23 Şubat 2014 Pazar

Ceketli Adam



Konser(im) bitmişti ve bir başına kalmıştım sahnede. Işıklar birer birer sönüyordu. Son ışık da sönünce zifiri bir karanlığa büründü sahne. Boşluğa düşmüşçesine bir his kapladı içimi. Ne zamandır bu karanlığın içindeydi bedenim?  Kemiklerim ne zamandır güneş ışığının yararlarından mahrumdu? Ben ne zamandır karamsardım?
Gözlerim karanlığın rengine alışana kadar sorular sordum kendime. Hiçbirini de cevaplamadım. Sahneden konser alanının olduğu yere ilerlemeye başlarken cevaplanmamış yeni sorularımı koydum bir köşeye. Hayatımın ,Cevaplanmamış Sorular Köşesi’ne.
Tanımadığım onca insanın durduğu her bir noktada adımlarımı sessizce ilerlettim. O derin karanlıkta ses çıkarmaktan korktum. Çıkacak en ufak sesin kalbime çarpmasından korktum.
Işıklar açıkken gittiğini gördüğüm onca insandan bir veya birkaçının karanlığın bir köşesine saklanmış olmasını istedim. Ama yoktu kimse. Bir Allah’ın kulu yoktu o karanlıkta. Karanlığıma aydınlık olacak can kuşum Tardu bile yoktu o derin, o sessizliği sağır eden karanlıkta. Yoklukları aldanıştı. Onların mutlu olduğu inancına aldanış.
Soğuktu karanlık. Kendimi kapının ardına atmak istedim. Caddeyi aydınlatan ışıkların altında yürümek istedim ısınmak için. Her bir notada kendi sözlerimi yazdığım o karanlık yerden çıktım bir süre sonra. Kapının kilidine mühür vurdum. Eğer bir gün sevgimin gücüne tekrar inanırsam o mühür kalkacak, şarkılar yeniden başlayacaktı. Karanlıkta caddeyi aydınlatan o turuncu ışıkların ilk dakikada çok da iyi geldiği söylenemezdi açıkçası. Kapının kilit yerini görmeme yardımcı olabildi sadece. Bir de kapının tam çaprazındaki kaldırımda duran şapkalı bir adamı göstermeye yetti caddenin cansız turuncu ışığı.
Şapkalı adamı boğazlı kazağıyla o soğukta görünce üstümde kendime ait olmayan ceketin varlığını hissettim. Belli ki ceket adama aitti ve ceketi almak için beni bekliyordu. O dakika ısınmıştım adama. Karanlıkta beni  rahatsız etmek istememiş belli ki, dedim içimden. Daha sonra yavaşça adama doğru yürüdüm.
Konuştukça ağzımdan çıkan sıcak nefesin dışarıdaki buz gibi havayla buluşup oluşturduğu buharın , adamın yüzüne gelmeyecek kadar yaklaştım şapkalı adama.
Başımla selamlayıp “Merhaba” dedim tebessümle. Benzer bir baş selamıyla “ Tanışma faslını geçip ceketimi rica etsem geri alabilir miyim acaba?” dedi güleç ve tatlı bir ifadeyle. Gülerek ve teşekkür ederek uzattım ceketi sahibine.  Utanmıştım birazda.
 Adam ceketi eline aldıktan sonra yaka kısmının her bir noktasında elini gezdirdi daha sonra özenle ceketi giyip üşümüş ellerini ceketinin ceplerine soktu.
O süre içerisinde hiç ses çıkarmadığımdan dolayı “Gittiniz mi?” diye sorulan soruyla biraz şaşırdım. Gülerek “Hayır.” dedim. Adam görmüyor gibi davranıyordu.
Şapkalı adam daha sonra üşümüş elinin birini cebinden çıkararak  ve benim olduğum yerden biraz daha sola doğru elini uzatarak “Merhaba, ben Ercüment.” Diyerek tanışma faslına geri dönmemizi sağladı. Elini tutup biraz ortalarken adımı söyledim. Elini hareket ettirdiğimi anlayınca gülerek diğer elinin parmaklarıyla gözlerini gösterdi ve “ Doğuştan körüm de, elimin ayarı her zaman olmuyor.” dedi.  “Gittiniz mi?” sorusunun bir espri olmadığını o dakika anlayabildim ancak.
Bir an olsun halime şükrettim. Şarkılar söylediğim o karanlık yerin kapısını kapattıktan sonra cansız da olsa bir ışık görmüştüm. Ya şapkalı adam gibi hiçbir ışığa ulaşamasaydım ömrüm boyunca?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder