Bir defterin sayfalarına mürekkep olacak kadar çok sevilir
bazı insanlar.
Ömründe bir daha göremeyeceğin, sesini duyamayacağın,
kokusunu alamayacağın, herhangi bir uzvuna dokunamayacağın, aynı sofrada yemek yiyemeyeceğin, birlikte
yolculuk yapamayacağın, siyaset tartışmalarının içinde kaybolamayacağın….. bir
insana yazdın mı sen hiç Marsi?
Ben yazdım. Abime yazdım. Beni bir yerlerden izleyen abime. Ona
hiç soru sormuyorum artık. Cevap vermeyecek bana çünkü. Zaten bu sıralar başı
çok sıkışık olmalı. Yanına çok fazla insan gitti çünkü.
Ben hem abime yazdım hem de abime anlatacak kadar değer
verdiğim insanları koydum cümlelerin içine. Sonra o insanlar çıktı hayatımdan.
Ölü defterine yazılan cümlelerin içine koydum diye mi
gittiler yoksa dolaylı yoldan beni öldürmek için mi çıktılar hayatımdan,
bilmiyorum.
Özlüyorum. En çok abimi özlüyorum. Sonra hayatımdan çıkan
insanları bir ölüyü özler gibi özlüyorum. Ve bir kez daha diyorum: Yeryüzünde
adalet yok.
Rahat yatağımda ayaklarımı uzatmış, ışık altında cümlelerimi
peş peşe sıralarken birçok ölü beden toprağın altında ve yine birçok beden
karanlığın içinde ölü bedenlerinin ışığa çıkıp iki büklüm olmuş şiş vücutlarını
toprağa bırakmak için bekliyorlar. Ölü bedenleri ışığa kavuşunca umut bitiyor
yeryüzünde nefes almaktan canı yanan insanların dünyasında. Geride kalanlar
yaşıyor ama feryat figanlarla, gözyaşlarında boğulurcasına, bir yumrunun
boğazında kalırcasına, aldığı her nefeste yanıp kül olurcasına, yaşıyor.
Yaşıyor. Ama nasıl ? “ Oğlumun bir saç telini
verin,yalvarırım.” diyen bir anne nasıl yaşarsa öyle yaşıyor.
Yaşıyor. Daha saatler önce o cehennemin içinden bir şekilde
sağ çıkıp borçları için, evladının eğitimi için aynı cehennem çukurundan başka
bir yere gitme şansı olmadığı için aynı ölüm tehlikesini göze alacak kadar
yaşıyor bir baba.
Yaşıyor. Belki günlerce o enkaz altında kalacağını bile bile
bir umutla kırk beş dakikalık oksijen tüplerine sarılırcasına yaşıyor(du) bir
adam.
Yaşıyor. Kırk sekiz saatten fazla süredir babasının iş
yerinin önünde nöbet tuttuğunu bilmeden annesinin babasının yanına yardıma
gittiğini sanıp “ Anne, babam yorulmuştur, o gelsin ben gideyim.” diyen bir
çocuğun baba özlemini öğrenmek zorunda kalması kadar yaşıyor bir kız çocuğu.
Yaşıyor. Bir hafta sonra oğluna sünnet düğünü yapacak olan
annenin , sekiz yaşında bir kız çocuğunun kardeşinin sünnetinin olup
olmayacağını bilemediği kadar ve babam beni “Canım kızım, güzel kızım diye
severdi.” derken yaşadığı acı kadar
yaşıyor bir aile .
Ve yaşıyor. Fakire dağıtılan kömürü zenginler mi çıkarsın
diyebilecek bir et parçası!