İki hafta geçmişti üstünden o kazağı giydiğimden beri. En son sana gelirken giymiştim onu sonra da tıkıştırmıştım dolabın bir köşesine işte.
Dün sabah çok üşüdüm ve o kazağım geldi aklıma. Ama sadece kazağın kalınlığı gelmişti aklıma,sen gelmemiştin. Taa ki kazağın üstüne sinen kokunu alana kadar. Geri yerine koyamadım kazağı. Kaldı elimde. Sonra yavaşça giydim ve onunla uyudum.
Kokunla uyudum. Seninle uyumak gibiydi .
Seninle uyanmak gibiydi.
30 Kasım 2013 Cumartesi
26 Kasım 2013 Salı
Uyku Kokmak
- "Ne güzel kokuyosun sen öyle yine.."
- "Uyku kokuyorumdur."
- "Ne kokuyosan, güzel kokuyorsun."
Bebeklerin o eşsiz süt kokularını bilirim de kocaman bir adamın,sevdiğim adamın uyku kokması garibime gitti.
Biz de gittik.
Giderken de kokulu gittik.
Sevdiğim adam uyku koktu,ben de gözyaşımdaki tuz gibi koktum.
Koktuk ve yok olduk.
- "Uyku kokuyorumdur."
- "Ne kokuyosan, güzel kokuyorsun."
Bebeklerin o eşsiz süt kokularını bilirim de kocaman bir adamın,sevdiğim adamın uyku kokması garibime gitti.
Biz de gittik.
Giderken de kokulu gittik.
Sevdiğim adam uyku koktu,ben de gözyaşımdaki tuz gibi koktum.
Koktuk ve yok olduk.
18 Kasım 2013 Pazartesi
Ertelemek..Ertelenmek..
Yaz sıcağından beri beklenen bir beklentinin günden güne ertelenmesiydi uykuya düşkünlüğümün sebebi.
Sonbaharın gelişiyle gidişlerin başlamasıydı yine uykuya düşkünlüğümün sebebi.
Alınan kararların ertelenmek isteyip de ertelenememesiydi uykuya düşkünlüğümün sebebi.
Oydu uykumun da uykusuzluğumun da sebebi.
Aldığım karara sebep olan da oydu,kararımdan döndüren de o oldu.
Gerçi o virajı hala geçemedim(k) ama bir yolum(uz) var hala ve o yol nereye gidiyor hiç bilmiyorum. Önümde öyle uzun bir yol var ki,sonunu göremiyorum. Sonunun nereye çıkacağını tahmin edemiyorum. Hangi yoldan gideceğimden de emin olamıyorum.Ama "yol"diyorum ve devam ediyorum. Mecburi bir yola sapmışım gibi geriye bakmaksızın devam ediyorum o yolda.
Virajı alamayıp uçuruma yuvarlanabilirim.
Virajı atlatırsam yokuş tırmanıp nefessizlikten ciğerlerimin yandığını hissedebilirim.
Gözyaşımdaki acımla ciğerimdeki sızıyı dindirebilir miyim,bilmiyorum.
Ama ölürken de ağlarım. Bak işte bunu biliyorum.
Sonbaharın gelişiyle gidişlerin başlamasıydı yine uykuya düşkünlüğümün sebebi.
Alınan kararların ertelenmek isteyip de ertelenememesiydi uykuya düşkünlüğümün sebebi.
Oydu uykumun da uykusuzluğumun da sebebi.
Aldığım karara sebep olan da oydu,kararımdan döndüren de o oldu.
Gerçi o virajı hala geçemedim(k) ama bir yolum(uz) var hala ve o yol nereye gidiyor hiç bilmiyorum. Önümde öyle uzun bir yol var ki,sonunu göremiyorum. Sonunun nereye çıkacağını tahmin edemiyorum. Hangi yoldan gideceğimden de emin olamıyorum.Ama "yol"diyorum ve devam ediyorum. Mecburi bir yola sapmışım gibi geriye bakmaksızın devam ediyorum o yolda.
Virajı alamayıp uçuruma yuvarlanabilirim.
Virajı atlatırsam yokuş tırmanıp nefessizlikten ciğerlerimin yandığını hissedebilirim.
Gözyaşımdaki acımla ciğerimdeki sızıyı dindirebilir miyim,bilmiyorum.
Ama ölürken de ağlarım. Bak işte bunu biliyorum.
16 Kasım 2013 Cumartesi
Kuşun kanadından düştük
Cumartesi Pazarındaki güvercini bir daha görmedim. Gökyüzünde en son kırılmış kanadındaki sesi duyduktan sonra Kevok ile birlikte bulutların arasından yeryüzüne indik.
Kevok,öldü.
Bense...
Masalın sonunu yazıyorum işte.
Kevok,öldü.
Bense...
Masalın sonunu yazıyorum işte.
14 Kasım 2013 Perşembe
Özlem gideren çay
Sevdiğim adamı özledikçe çay içiyorum. Hem hararetimi alıyor hem de özlemini. Yalnız usule göre olmalı özlem çayım. Gece yarısı gelen açık ve şekersiz bir çay gibi olmalı kupamın içindeki çay.
Sonra da sevdiğim adam gibi " Artık çayı şekersiz içebilirim " demeliyim.
Belki de biraz kitap okumalıyım.
Ve uyumalıyım.
Sonra da sevdiğim adam gibi " Artık çayı şekersiz içebilirim " demeliyim.
Belki de biraz kitap okumalıyım.
Ve uyumalıyım.
8 Kasım 2013 Cuma
Ayakta uyuyorsun sevgilim
Anladım. Çok önce anlayıp bilerek lades dedim.
Oyunda yenileceğim en başından belliydi. Çünkü oyunda hep
unuturum.
Ama ya gerçekte?
Yaşadıklarımı unutamamakta üstüme tanımam.
Bir de yaşadıklarım acılarımsa… Demeyin hafızama ! Fil
hafızası da neymiş sevgili?
Filin bokunda boğulurcasına ezerim acılarımın hafızamdaki
yeriyle seni.
Nefessiz bırakırım seni acılarımla.
Göz yaşlarım boğar seni fark edemezsin. Aniden kesilir
nefesin. Ne zaman birikti bu kadar göz yaşı dersin son dakikalarında..
Bi bilsen o gözyaşları ne zamandır akıyor düştüğün o çukura…
Bir bilsen
Bir bilsen o gözyaşları ne zamandır temizliyor o bok
çukurunu. Bir bilsen
Bir bilsen o gözyaşları,o gözyaşlarım ne zamandır akıyor
içime de senin ruhun duymuyor. !
Ruhun duysa kaç yazar
sevgili?
Ruhsuz bir bedende yaşadığının farkına vardığının kaçıncı
senesi bu ?
6 Kasım 2013 Çarşamba
Gökkuşağı
Gökkuşağına yürümek gibi. Yaklaştığını sanırsın her adımda. Oysa ki... Ne sen gökkuşağına ne de gökkuşağı sana yaklaşır. O, olduğu yerde kalırken sen ona her adım attığında uzaklaşır sana. Çünkü o ulaşılmaz olanlardan sadece biri. Her adımda yorulmaktan başka bir şey gelmez başına. Yani olur da bir gün o gökkuşağına yaklaşırsan ve de yine olur da çocuk masallarındaki gibi altından geçmeyi başarırsan mutluluklar içinde yaşamayacaksın. Zengin de olmayacaksın. Sadece yorgunluktan hissetmediğin bacakların olacak. Bir de yorgun bedenin olacak ve kırılmış düşlerle başbaşa kalacaksın. Yani yine hayatında değişen bir şey olmayacak. Kabul, hayattan- daha doğrusu gökkuşağıdan- bir beklentin vardı ne olursa olsun,başına ne gelirse gelsin. Ama istersen bin defa ulaş o renk cümbüşüne, o mutluluk zırvası hep masallarda kalacak. Bir de hala akıllanmamış bedenlerin zihinlerinde .
Bırak gökkuşağı senin uzağında kalsın. Sen onu hayal ederek mutlu olmayı dene. Böylesi daha kolay. En azından bacakların yorulmayacak. En azından kendini böyle mutlu edebilmeyi öğreneceksin. Gökkuşağı öğretecek sana bazı şeyleri. Ona adım attığında senden uzaklaştığını hissettiğinde nasıl ki sabrı öğreniyorsun, ona adım atmayarak da mutlu düşlerin arasında kendine bir yer bulmayı öğreneceksin bu sefer.
Gökkuşağının hayranlığında bir yer arayacaksın kendine. Eğer onun coşkusunda bir yerin yoksa bırak,yağmurdan sonra hiç güneş açmasın.
Anlatılamayan
Uzun zaman önce bir hikaye yazmıştım. Hayatı boyunca hiç
görmeyen birisine mavi rengi anlatmaya çalıştım. Kırmızı, yeşil,mor.. Sadece
maviyi anlatmamı istedi benden. Çünkü mavi onun özgürlüğüydü. Bunun böyle
olmasını ben istedim hikayemde. Diğer renkler onun için bir hiçti. Tıpkı
siyahın onun herşeyi olduğu gibi.
Ama ne yaptıysam anlatamadım. Başta kendimi onun yerine
koymak istedim. Onu anlamak için birkaç gün gözlerim bağlı gezindim evin
içinde. Yine de anlamadım onu. Elimi neye attıysam hepsini tanıdım. Zaten
ezberimdeydi herşey.
Maviyi anlatmanın yolu da ezberimdeydi. Denizdi
mavi.Gökyüzüydü mavi. Eskiden çok sevilen bir sevgilinin gözleriydi mavi. Belki
de bir kazağın rengiydi mavi.
Maviyi adımı unutana kadar ezberlesem de yine de
anlatamayacaktım o rengi, herşeyi siyah olan bir adama. Ona dedim ki:
Mavi,ölümün rengi.
Hiç ölmedim daha önce. Öldüysem de haberim yok. Ölümü nasıl
ki yaşayan bir insana anlatamazsın,nasıl ki ölmüş birine de ölüm nasıl diye
sorduğunda cevabını sessizlikle alırsın.. işte bende öyle anlattım maviyi ona.
İmkansızı istedin benden dedim gizlice.
Görmüyordu ama en güzel gerçekleri görmeyi beceriyordu her
zaman.
Şimdi de ben görüyorum gerçekleri ve ben yine birisine bir şeyleri
anlatamıyorum.
Yine ezberleri bozmak istiyorum ama kelimelerim yetmiyor.
Canımdaki can yetmiyor.
Gözyaşlarımın içinde boğuluyorum hep.
Cumartesi Pazarı
Bu bir
hikaye olmakla beraber gerçeğimin anlatımı aslına bakarsanız.
Yıllardır
aynı şehirdeyim. Aynı yollardan,birbirine benzeyen onca yoldan onca sokaktan
onca ara caddeden defalarca geçtim. Geçtiğim onca yoldaki esnafı belki
defalarca gördüm ama hiçbir zaman hiç birine hiç kimseye adını yaşını namını
sormadım. Gerek duymadım. Yeri geldi o insanların lokantasında yemek yedim yeri
geldi arkadaşlarımla eğlendim yeri geldi dostlarımla ağlaşıp dertleştim. Yeri
geldi kalbime almak istediğim insanı bekledim.. Bazı bazı umut ettim.. En
önemlisi de ne yaptığıma bakmaksızın o mekanlarda o insanların içinde yaşadım.
Var oldum.. Var edildim veya yok sayıldım. Kimini de ben yok sayıp başımın tacı
yaptım..
Aynı şehirde
saatlerimi günlerimi haftalarımı aylarımı hatta yıllarımı geçirdim ama iki
hafta öncesine kadar şehrimdeki Cumartesi Pazarından geçerken bir güvercinin
başka bir dildeki adını anımsamaya çalışırken kendimi buluşumu hiç
yaşamamıştım.
Kevok.. Bir
yazarın gözdesi,bir kitabın kahramanı,bir aşkın yaşayan yanı… Bir çift kanadın
bambaşka anlamı.. Bir gerçeğin yürüdüğün yola yansıması..
Sevdiğim
adamın elinden tutarken görmüştüm cumartesi pazarının kurulduğu yerde
gezinen o güvercini.. Belki bilmiyordu
anlamını,adını ama biz biliyorduk.
Kanat
çırpışından çıkan ses kadar derindi elini tuttuğum adama olan sevgim. Her zaman
duyulamayan o ses, sevgimin en iyi açıklayıcısıydı. Nasıl ki o ses her zaman
duyurmaz kendini insanlığa,benim de kalbim insanlığa her zaman böylesine
açılmaz.
Güvercin
nasıl ki kanat çırpmadan uçamaz ben de sevmeden yaşayamam. Belki de yaşarım.
Ama eksik hissederim. Güvercinin kanadı kırılır da buruk olur ya içi, işte
bende öyle olurum. Herhalde..
Güvercinin
kanadı kırılır da kimse bilmez ya hani içindeki acısını. O aynı kimselerde yine
bilemez güvercinin neden kanat çırptığını.. Aslında kendisi de bilmez kanat
çırpışından çıkan o derin sesi.Gerçekten tüm olanlara yukarıdan bakmak için mi
yoksa insanlardan kaçtığı için mi uçar bu kuş,bilmiyorum. Ben de daha çok yorulmak için mi yoksa
gerçekten mutluluğu aradığım için mi defalarca aynı adama aşık oluyorum
bilmiyorum.
Aşık olunur
da cumartesi pazarının geçtiği yolda sevdiğim adamın elini tutarken de mi aşık
olur insan aynı adama defalarca. Her adımda. İlginçtir. Uykusuzluktan yorgun
yüzüne bakarken mutlu olabilmeyi nasıl başarıyorum anlayamıyorum. Yanında huzur
bulurken bunu nasıl başardığımı da anlayamıyorum. Aslında neden sevdiğimi de
bilmiyorum.
Bir kevok
kadar karakteristik bir aşkım olmadı hiç . En azından kevok kadar cesur da
olamadım. Sevdiğim adam “ölüme yürümek” demişti kurduğu onca cümlenin içinden
geçen cümlelerin birinde. Ve ben de tıpkı sevdiğim adam gibi ölüme yürüyecek
kadar cesaretli değilim. Korkak da değilim ama bu denli cesarete de sahip
değilim işte.
Cumartesi
pazarındaki yolda gezinen güvercinin de uçmak için ilk kanat çırptığında
cesareti yoktu belki. Onu bilmem de benim aynı adamı defalarca kez sevmem için
cesaretim var. Sevgim de var cesaretimin yanında. Sadece biraz gücüm eksik o
kadar. O da beni birazdan öte sevmeye adım atsa,kanat sesinin derinliğini
duymaya çalışsa gücüm de gelecek yerine de kulakları tıkalı. Oysa ki o sesi
duymak istese etrafta güvercin olmasa bile kalbimin üstüne başını koysa en derindeki
aşkın sesini gümbür gümbür duyar.
Ama dedim ya
kulakları tıkalı diye. Kendisi tıkamamış kulaklarını. Kendi avuç içleriyle
bastırmamış kulaklarına. Başkaları sağırlaştırmış sevdiğim adamı. Geçmişi,
önceki nefes alış verişleri, önceki gözyaşları kulaklarının etrafını sarmış da
kalbimdeki sesi duyamamış. Ama onda öyle bir yürek varmış ki duyamadıklarını
görebilmiş . Tamam herşeyi görüp anlayamasa da görmüş işte.
Kevok da
görmüştü olacakları. Cumartesi pazarındaki güvercin de anlamıştı ilk kanat
çırpışında insanlığın ne kadar alçak olduğunu.. Kim neyi ne kadar görüp bilse
de karşı çıkmamış olacaklara. Ben de karşı çıkamadım sevdiğim adama aşık
olmaya.
Kevok,
sevdiği adamın izini kaybettiğinde; güvercin, kanadı kırıldığında; ben de
sevdiğim adamın kokusundan uzak kalınca ağlıyorum,acı hissediyorum.
Acıda mı
birleştik yani? Gözyaşı denizinde birlikte mi yüzüyoruz yani? Cumartesi pazarındaki güvercinin sol
kanadında ben sağ kanadında da Kevokla birlikte mi yolculuk ediyoruz yani ?
Bu kadar
güçlü müydü cumartesi pazarındaki güvercin ? O küçücük bedeni bu kadar güçlü
müydü gerçekten?
Kevok, bir
güvercinin kanadına oturup yolculuğa çıkar da bendeki cesaretin tohumu nereden
geliyor?
Aşk’dan mı
alıyorum cesaretimin gücünü? Kevokla ortak noktam bu mu, aşk mı?
Peki ya o
küçük güvercin nasıl bu kadar güçlü… İki aşığı kanatlarında taşıyabilecek gücü
nereden alıyor?
Bilinmezlik?
Merhamet?
Aşk’a olan
aşkı?
Özgürlük…
Özgürlük mü
dedin?
Gökyüzünün
mavisine,grisine,beyazına olan aşkı mı yani onun özgürlüğü?
Tamam tamam
çok soru sordum haklısın,sıkıldın. Ama içimden bu geliyor. Bu da benim mi
özgürlüğüm şimdi ha? Kabul, yine soru sordum..
Elbette bir
güvercinin özgürlüğü gökyüzünün tamamı. Gökyüzüne çıkmak için geldi dünyaya o
küçük güvercin. Kalbinde ilk nefes alış verişin,ilk kanat çırpışın heyecanı ve
ölümün korkusuyla geldi dünyaya üstelik. İki aşığı kanatlarında taşıyacağını
bilmeden geldi dünyaya.. Bunu bilse yine de gelirdi gökyüzüne eminim ama. Çünkü
yeryüzündeki her canlı aşık olup ölmek için gelir dünyaya. İnkar edenler ve
karşı çıkanlar var,vardır yani. Birisi de sevdiğim adam.
Bu üçlünün
aşka olan inancı sevdiğim adamda yok. Cümlemin sonuna “maalesef” koyamıyorum.
Çünkü ben sevdiğim adama haksızlık yapamıyorum. Zaman zaman kendi sevgime
haksızlık ediyor olsam da Aşk beni anlıyor.
Kırılmış
kanatları o küçük güvercine haksızlık etti; kendi düşünceleri yüzünden sevdiği
kadını terk etmek zorunda kalan adam,Kevok’a haksızlık etti. Ben de zaman zaman
sevgime. Ama dediğim gibi aşk bizi anlıyor.
Aşkı
hayatına almayan bir adamla aşk için dünyaya geldiğini adı gibi ezberlemiş bir
benin bir araya gelmesi de ironinin en büyük örneklerinden sanırım. Ama adı
üstünde aşk. Tek taraflı bir aşk. Sevgi demiyorum,aşk..!
Sevdiğim
adamın nefes alış verişinde yükselip alçalan göğsüne her baktığımda, gözlerinin
yeşiline bakarken o cennette kaybolmak istediğimi her seferinde kendime
hatırlattığımda, sesinin hangi tonu olursa olsun özlediğim o sesi her duyuşumda,
nefesini saçlarımın arasında her hissedişimde sevgimin gücünü hissedebiliyorum.
Gitmek istese de gidemiyor insan,biliyorum.
Kevok’un
sevdiği adam da benim sevdiğim adam gibi güzel gülüyor muydu
acaba,hatırlayamıyorum. Ama ben sevdiğim adamın gülüşündeki duruşu hiçbir zaman
unutmayacağıma yemin ederim. Tüm sevgim üzerine !
Bir gün
başka bir adamı sevmeye kalkıştığımda dahi o gülüş aklımın,o unutmayan fil
hafızalı aklımın bir köşesinde kalacak. Kendi içimdeki müzede bir ömür
saklayacağım onu. Yalanım varsa sevdiğim adamın gülüşünden mahrum kalayım..
Gülüyor ya
hani,dudakları yanaklarından kenarlara yayılıyor ya hani, dudakları,öpüşürken
güven veren dudakları inceliyor ya milim milim… Şairlerin dedikleri gibi
“Ahh..!” diyorum, “bittim ben” !
Gülüşüne
bitiyorum sevdiğim adamın.
Esen en
basit rüzgarda bile o cumartesi pazarındaki güvercinin kanatları nasıl ki tek
tek hissediyor o rüzgarı,ben de sevdiğim adamın gülüşünde hissediyorum en derin
mutlulukları.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)