27 Temmuz 2014 Pazar

Tek Bir Cümle

Bir Cemal Süreya dizesi olmak isterdim . Ya da Ümit Yaşar’ın sevdiği kadın.
Cümle olmak isterdim . Baştan sonra her harfi ben olan bir cümle. Virgülünden noktasına kadar her şeyi ben olan uzun veya kısa bir cümle.
Tek bir cümle…
Ben kitap olmak isterdim belki de en çok. Acının, özlemin, kavganın, sevginin ve ne olursa olsun mutluluğun içinde kaybolmuş bir kadın olmak isterdim o kitabın içindeki karakterde.
Kurgular, cümleler, noktalama işaretleri, olaylar, sayfalar, mürekkepler, baskılar… Her şey etrafımda dönsün isterdim.
Tek bir kitap ve tek bir karakter, tüm kötülükleri ve bencil sevgileri yeryüzünden silsin isterdim.
Bir kitap olacaksam eğer mavi bir kitap olmak isterdim. Tardu’nun gökyüzündeki gibi bir mavi.. Anlatılamayan her şeyin orada sakladığı, sığınak sayılabilecek renkte olan bir mavi… Herkesin anlayamadığı ve olmak istemeyi akıllarına bile getirmeğidi bir mavi..
Solfej’in etrafını saran bir mavi…
Tadından yenmeyen bir mavi…


26 Temmuz 2014 Cumartesi

... Artık

Aşk ve sevgiye dair ne biliyorsak, silmemiz lazım aklımızdan artık.  Geçmişin çoktan geçmemiş olması birşeyi ifade etmeksizin “geçti” diyerek göz açıp kapayıncaya kadar tüm kötü günleri ve düşleri omuzlarından ve kalbinin tüm kırıklarının ucundan sallanan göz yaşlarından kurtulmak lazım artık.
Doktordan alınan gülüşü, geride bıraktığın hüzünlere kahkaha atarak bir kez daha kutlamak lazım. Karanlığı silmek lazım. Ama zaman zaman da aynı karanlığı sevmek, aydınlığın yorduğu gözleri dinlendirmekte de fayda var.
Öfkeyi mavinin tadına vararak yok etmek lazım artık.
Öyleyse Mavim, öfkemi yensin Dünyalı!

18 Temmuz 2014 Cuma

İnsanlar Ölüyor.net

Neden?
Neden bu hırs?
Neden bu öfke?
Neden bu toprak-din sevdası ayağına onca canı katletmek?
Neden bu canilik, katillik?
Neden?... Neden?... Neden?...
Allah nasıl bir mahlukat yaratmış ki bu kadar adi olabilmişiz? Allah bize diğer canlılardan farklı olarak bir akıl-düşünme yetisi yerine keşke vicdan verseydi. O zaman çıkarlar,canilikler,kana susamış insan mahlukatı haberlerini izlemek yerine, konsolosluk önünde toplanmak yerine, bilmem nerde katliam var başlıklarıyla çok muhterem Müslüman kardeşler bir araya gelip göz yaşı dökmezdi(k).  Zaten bir de yazıktır ki şu olgu var: “Müslümanlar ölüyor, katlediliyor, sessiz kalma!” Müslümanlar ölmüyor, insanlar ölüyor. İnsanlık ölüyor. Önce bunu öğrenmekte fayda var bence ama tercih meselesi elbette.
Bilmem ne marka almayın,satmayın, sessiz kalmayın diye bıdı bıdı ötüyoruz. Ötüyoruz da kime ne ?  Laf sahibine gidiyor mu? Gitmiyor. Adam kendisini aşmış, insanlığından çıkmış, kan diyor başka bir şey demiyor, biz hala söylenip dizlerimizi dövüyoruz. Bireysel olmamalı başlıklar, hareketler. Ülken korkuyorsa adım atmaktan, vatandaşın dövünmesi çok da bir şey ifade etmiyor abilerim ablalarım. Dünya insanlığını yitirmiş susuyorsa, gözyaşımızı akıtmanın vicdan rahatlamaktan başka bir anlamı yok sevgili kardeşlerim. Küçükbaşlar değil, büyükbaşlar olaya el atacak ki ortalık durulsun. Gerçi yüzlerce yılın durduramadığı bir gerçeği üç beş yazıyla beş on ekonomik giderle bitiremeyiz.  Büyükbaşlar korkmamalı, çıkarlarını ön planda tutmayı bırakıp vicdanlarına el dokundurmalı.
Piso da daha fazla yazmamalı. Allah, insanlığın yanında olsun. Adaletini diğer dünyada değil, şimdiki zamanda  göstersin. Göstersin ki herkes görsün, şahit olsun.
Amin.

15 Temmuz 2014 Salı

Sakar Şirin Tadında Hayat

"Sakar Şirin Tadında Hayat" diye bir kitap yazılır mı acaba? Adı çok “Şirin” geliyor. O zaman haydi, bir yazı şirinleyelim Dünyalı?
Çok yaramaz bir çocuk olmadım. Hatta bildiğim kadarıyla hiç yaramaz değildim. Çocukken kaç yaşındaydın diye soracak olursan da bir saniye önce de çocuktum bundan sekiz sene önce de çocuktum ve yine bundan on yıl önce de çocuktum. Geçen her saniye büyüyorsam ve koca bir nine olduğumda bile aile büyüklerim tarafınca küçük bir çocuk olarak kalacaksam aslında gerçekte kaç sene “çocuk” olduğumun pek de önemi olmamalı.
Ama bizim büyümeyi isteme gibi aptallıklarımız var Dünyalı. Ben hiç büyümek istemedim, diyerek şu samimi cümleler topluluğu arasında yeme şimdi beni . İnsanız ve geçmişi çocuk olan bir varlığı bu konuda kandıramazsın. Az biraz akıllıyız yani özetle. İnsanlar her ne kadar gözümde gereksiz bir mahlukat olsa da ara ara seviyorum kerataları.
Cem Adrian dinlerken ve koca bir at sineği kafamın etrafında vııız vııız dolanırken –şu anda buz dolabı da ııığğğhııırrrzzzz gibi absürt sesler çıkarmaya başladı. Ben buna gece vardiyası diyorum- nasıl böyle şirinli şeyler yazıyorum bilemiyorum açıkçası. Belki de hayatı Sakar Şirin tadında yaşamaya başladım. Ne dersin concon?
Bazen tüm planları suya düşürecek kadar sakarlıklar yapsa da yine de vazgeçilmiyor ya hani Sakar Şirinden ve aynı şirinde vazgeçmiyor ya hani sakarlıklardan.. Hayatım da şu günlerde öyle bir döngü içerisinde sanırım Dünyalı kardeş.
Çıkmaz sokaklarımda değilim artık, biliyorum. Önümde ne kadar sokak var ve hangisine sapıp yoluma devam etmeliyim  bilmiyorum. Bir biliyoruum bir bilmiyoruum. Bir biliyoruum bir bilmiyorum. Papatya tadında bir hayat da yaşıyorum demek ki şu sıralar.
Ne çok hayat yaşıyorum böyle yahu… 
Belki tek bir hayata sahip olursam, o sokaklardan hangisine sapacağıma karar verirsem, Şirinleri rüyamda görebilirim. Ne dersin Dünyalı?
Haydi uyku şirinlemeye… :)


11 Temmuz 2014 Cuma

Piso ve Konserci Çocuk

NOT: Oralarda bir yerlerde abimle beraber kafa salladım, evet!
...

Şehrim bir kez daha şaşırttı beni. Karşı binada oturan ve  muhtemelen bir öğrenci yaşam olanı olan evden son ses Metallica parçaları, salonuma kadar eşlik ediyor. Tam da duygusal moda girmiştim. Güzel bir film seçtim, açtım, salonumun ışığını kapadım. Bir baktım James babanın sesi. Koştum balkona ne oluyor diye. İlk parça bitti yook, ikinci parça bitti ı ıh, üçüncü, dördüncü…. Paşam ses kısmayı bilemedi bir türlü. Biz de korkumuzdan salonda çok ses yapmıyoruz ki aşağıdaki dedeyle nine kapımıza dayanmasın diye. Gerçi ben yaşadıklarından biraz şüpheliyim ama neyse. Adam rahat… Sanırım birkaç gün sonraki Metallica konserine hazırlık yapıyor. Ah ah.. Orda olmak vardı. Neyse ki daha önceden gitmiştim konserine de öyle çok oturmadı içime.( Çok da laf mı yani !)
İki oda bir salon olan geçici öğrenci evimde yalnız kalmaya başlayacağım iki haftanın ilk gecesindeyim. Ev arkadaşlarım gitti. Arkadaşlarım dediğime bakma Dünyalı, hepi topu üç kişi kalıyoruz zaten. Olsun. Balkonumda Ay eşlik ediyor bana. Konserci çocuğu unutmuyorum tabii..
Hayat garip değil mi Dünyalı? Okumak istediğin bir kitabın günlerce komidinin üstüne sana bakması ve tek bir sayfa bile çevirmeden hala aynı isteği içinde bulundurmak da neyin nesi böyle ?
Ayy yok ya.. Bugün öyle karamsar  cümlelerimi art arda sıralamayacağım. Bugün, Doktordan gülüşümü almanın şerefine bir bardak ayran(ramazan dolayısıyla alkole kapalıyız), Ay ve konserci çocukla çiçekli böcekli  ilk yazımı kutlayalım.
Doktordan gülüşümü nasıl aldım bilmiyorum. Şu an gülüşümü ondan alasım geldi ve aldım. Gerçek olup olmadığını, geçici mi yoksa kalıcı bir gülüş olduğunu bir sonraki yazılarımda anlarız hep beraber.
Koca bir sene geçti geçecek neredeyse Dünyalı. Gülüşü yok saydığım sekiz ay. Öfkeyi sevginin önüne koyduğum beş ay…Ömrümde bu kadar uzak kalmadım ben gerçek gülüşe. Ağız dolusu kahkaha tabiri vardır hani. Heh, tam da onu özledim.
Yalnız öfke kısmını bi açıklığa kavuşturmakda fayda var. Öfkem hala benimle. Yanıbaşımda. Aklımın içinde. Sevgimin her bir kırgınlığında. Saçımın her bir telinde. Aldığım her bir nefeste. Kırptığım her bir göz hareketinde. Yaşadığım her yeni günde.
Dünya’dan Solfej'e taşıdığım en ağır bavul bile öfkemden hafif.
Bak yine girdim karamsarlığa, karanlığa.
Tamam tamam, bitiriyorum artık. Konserci çocuk da erken bitirdi konser zaten.
İyi geceeler Dünyalı. !



10 Temmuz 2014 Perşembe

Solfej'den Dünyalı'ya

Kulaklıklarımı takar takmaz apayrı bir gezegen karşılıyor beni. Adını hiç düşünmedim. Ama siyah bir gezegen. Güneş henüz ulaşamamış. Bilim adamları böyle bir gezegenden bi haber. Günün birinde manşetlere de çıkmayacak gezegenimde olanlar. Ya da gezegenimde benden başka yaşayan bir canlı Dünya’yı ziyarete de gitmeyecek. Masum köylüler UFO görüp koşuşturmayacak da. Burası benim gezegenim.
Düşündüm, “Solfej” koydum gezegenimin adını.
Solfej’den yazılar yazıyorum.
Bu gezegen çok karanlık Dünyalı. (Evet, yeni karakterim bu olsa gerek.)
Öylesine karanlık ki bilgisayar ekranıma renk katan bir fotoğraf bile fazla geliyor gözlerime. Cıvıl cıvıl bir fotoğraf çünkü. Mecburen siyaha boyuyorum ekranımı. Üstüne de martı koymadan geçemiyorum elbette.
Bu gezegen karanlık olduğu kadar da küçük bir yer Dünyalı. İki kişi bile zor sığıyor bazen. Zorluktandır ve karanlıktandır ki hep tek kalıyorum. Biraz kenara kaysam da, gözlerimdeki sevgi ışığını yaksam da yetmiyor, yetiremiyorum. Bazen ışıklar altında boğulurcasına seviyorum, gezegenimi yüreğimdeki insana bırakıp kendimi kovuyorum, yetmiyor. Sen gel ben gideyim, diyor.
Dünyalılar hep mi böyle Dünyalı?
Sonra gözlerimdeki ışık bitiyor. Sevgiden çok tırnaklarımı çıkarıyorum. Sevmiyorum, sevemiyorum. Sevsem de “çok” olmuyor. Çoklarımı tüketmişçesine, olmuyor. Can yakıyorum. Bazen bilerek bazen istemsizce.
Tardu’ya çizdiğim mutlu gökyüzünü bir gün  kendi gezegenimin karanlık bulutları arasına da çizebilir miyim Dünyalı? Umut var mı ?
Bak güldüm şimdi. Umut denilince gülüyorum da uzun zamandır. Neyse.
Hadi mutlu gökyüzünü çizdim. Ben o mutluluğa inanır mıyım Dünyalı?
İnanır mıyım gerçekten.
Kahretsin, yine güldüm. Mutluluğa inanılır mı hiç Dünyalı?
İnanma. Sen de inanma.