18 Aralık 2015 Cuma

Kapıda Kaldım

Hayatın kiremitleri hangi renktir sence Dünyalı?
Aslında hayatın kiremitleri var mı bilmiyorum. Daha önce hiç düşünmedim. Boş bir Word sayfası açtım ve aklıma ilk gelen soruyu sordum sana.
Nasıldı bir soru cümlesindeki özne olmak?  Ben soru cümlelerinin öznesi olabildim mi hiç? Ben hangi rengi yaşıyorum Dünyalı? Rengarenk olmam çok mu zor? Renk cümbüşlerinde boğulmamın zamanı neden bir türlü gelmiyor? Bu yazımda kaç tane soru cümlesi barınacak Dünyalı?
Siyahlarla inşa ettiğim ve maviyle dizayn ettiğim gezegenim nasıl? Anahtarlarım kayıp, giremiyorum uzun zamandır gezegenime. Senin gezegeninden gökyüzüne baktığımda her gece yıldızlar kayıyor. Adı “harf” olan yıldızlar. Boşlukta kelime olmayı bekleyen harfler. Harflerim. Şehrime biraz yağmur getir artık Dünyalı! Avuçlarımı açtığımda harflerim tek tek düşsün avuç içlerime.  Hikayeler yazdır bana Dünyalı. Aklıma mukayyet ol!!
Ha bu arada, benim harflerimden hiç dilek tuttun mu sen Dünyalı?

19 Kasım 2015 Perşembe

İşgal



Bu sabah Güneş doğdu ve benim dünyam karardı Dünyalı. Muhtemelen yakın zaman içerisinde yine “Kim bu Dünyalı?” adlı tartışma programımız yayına girer, bunu da buraya not düşeyim.
Sınavlarım üst üste atılan bombalar gibi. Rüyalarımda uçan harfler görüyorum. Okul bitmesin isterken vize dönemi geldi geleli bir buhrandan diğer buhrana atlama yarışmalarında birinciliği elden bırakmıyorum.
Doğum günümden beri her sabah mavi balığım Şükrü ile günaydınlaşıp boş boş bakışıyoruz. Küçücük fanusta gerçekten mutlu mu bilmiyorum. Ama ben bu küçük şehirde bugün hiç mutlu değilim Dünyalı. Hatta sabah sınava giderken laçkalaşmış sinirlerim sayesinde bir iki dakika ağlamış da olabilirim. Neyse ki burnum akmadan ağlamayı başarabildim tıklım tıkış mor otobüste.
İnsanlık bugün bir kez daha  bir şeylerden sıkılmış, boğulmuş, yorulmuş. Karşıdakine de susma hakkını kendi eliyle vermiş. Yarım saat önce bazı sonuçların gerekçesini mantıklı bir dille karşısındaki kadına anlatan adama ne oldu da yarım saat sonra başka bir boyuta büründü Dünyalı? Yarım saat sonra ortadadaki gerekçeler yok mu olmuştu? Ama zaten kabak kadının başında patlamasa olmazdı. Her şeye sebep olan kadın böylece mutsuzluğa da sebep olabiliyordu işte Dünyalı. Komikti. İçinde kahkahalar patlattı kadın,ömrü boyunca hiç kırılmamışçasına...
Neyse Dünyalı. Oda işgali sonucu dağılan dikkatim kelimeleri bir araya getiremiyor daha fazla. O yüzden hoşça kal Dünyalı.

4 Ekim 2015 Pazar

Tüm Kahramanlarımı Dipsiz Derinlerde Bıraktım

Yine çalıyor Jehan Barbur’un “gece”si. Şarkının adı gibi gerçekten de gece. Salonumda ufak bir gece lambası tüm evimi karanlıktan koruyor adeta. Seviyorum boşluklarda korkuyla yürümeyi. Yatağıma giderken ellerimle boşlukta bir şeyler aramaktan korksam da seviyorum işte.
Geçmişten de korkuyor musun Piso?
Bilmiyorum Dünyalı. Geçmiş, bugün ellerimin arasından kayıp yere düşen bir çay altlığı gibiydi hayatımda. Heyecanını öfkeye bırakmış ve kırıkları eliyle toplamaya korkar hale getirilmiş bir şeydi bugün geçmiş. Belki de sigaranın o acı kokusunu özlemekti. Dumanı içine çektikçe kapanan bir yaraydı. Bilmiyorum Dünyalı, bilmiyorum.
Ellerim yoruldu cümlelerimi sıralarken. Yazmıyorum kaç zamandır. Ruhumu mu dinlendiriyorum yoksa parmaklarımı mı, karar veremedim. Eskiden yazmak çok rahatlatırdı beni. Yazmak benim için yaratıcıdan gelen bir hediyeydi. Adeta bedava terapi niteliğindeydi.
Mutsuzken yazardım ardı ardına. Yorulmazdım. Sabaha karşı dolar taşardı içim. Cümlelerim dinlerdi beni sadece. Güneş doğar, uyurdum. Şimdiyse cümleleri kovalıyorum adeta. Mutluyum, diyorum. Küsüyorlar bana. Ama yazamıyorum Dünyalı, yazamıyorum. Derinlerde yüzmedikten sonra, vurgun yemedikten sonra, boğulmadıktan sonra, yazmanın ne anlamı kaldı ki bana? Mutluluğu dillendirmek fil hafızalı beynime bahşedilmemiş. Eksiğim. Mutluluktan yana eksiğim.
Benden bu kadar Dünyalı. Benden bu kadar…

18 Ağustos 2015 Salı

Pera Perdelerini Kapattı

Bir şarkıda duydu piso, "satırlar bile bıktı benden.anlatamıyorum seni."
Böyleydi Matiz. Ya acısı vardı yüreğinde ya da şarkı sözlerinin buhranı... Yoksa eline kalemi alıp da öyle süslü cümlelerini ardı ardına sıralayamıyordu. Belki yüreğinde artık öyle kabarık acıları yoktu ama şarkılar hala çok güçlüydü. 
Sıcak bir yaz akşamında oturulan bir bank vardı Matiz'in aklında. Saati hatırlayamıyordu Matiz. Ama kafasında olup bitenleri de çok anımsayamıyordu. Matiz gecenin sarhoşu olur, adının anlamına yakışır yaşardı gününü. Alkım, Matiz'in gülüşünü izler, alkolsüz sarhoş olma kitabının ön sözünü yazardı oracıkta. Yazar-çizer değildi Alkım. Seven-kaybeden çifti alkım için uygun bir kategoriydi. 
Sahi, hayatta kaç kategori vardı içine dahil olabileceğim?. 
Velhasıl, ben yine yazamadım Dünyalı. Çok denedim, karanlıkta oturdum, gecemle gündüzün yerini değiştirdim, ağladım, hatırladım... Ama yazamadım! Alkım'ı yazamadım. Affet Dünyalı... Tüm yazılanlara at o koca çiziği ve şunu aklına kazı: mutsuzken cümleleri var edebilmek yetenek değil, lanet. Çünkü "mavi huydur,siyah ruh." . 

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Pera'nın Notları

Fotoğraf: Piso- Altınoluk

**Öncelik "Pera Başlıyor" başlığının.
Çay soğudu ve Alkım yattığı yerden dışarıya baktı dikdörtgen penceresinden. Perde kullanmak pek adeti değildi. Kapalı havayı görünce aylardır yaptığı gibi düşünmeye koyuldu Alkım. Ama bu düşüncesinin özeti biraz farklıydı. Ağlıyordu Alkım. Bulutlar gri de olsa gülüyordu, ağlayamazdı, şimdiye kadar duygularını öylesine bastırmıştı ki, göz yaşlarını çam kokularının sardığı banklar silebiliyordu sadece. Doğayla göz yaşı arasında bir sırrı vardı Alkım’ın. O sabah Alkım'ın göz yaşları,parke taşlı sokakların dolambaçlı yollarını Alkım'a yürütmeden düşmüştü avuç içine. Ve düşüncesinin özetini oluşturan soruyu sordu kendi kendine.
Ne zamandır hıçkıra hıçkıra ağlayamıyordum ben ?
Bilmiyordu. Çünkü kendi içinde zaman boşlukları, karanlık geceleri, yarasına tuz bastıran cümlelerin bir araya geldiği kitap yığını ve olmazsa olmaz sigarası vardı. Gece uyumadan önce içtiği o son sigara ona cennetin dumanlı hali gibi geliyordu.
Peki gözlerini daha birkaç saat önce açmışken gözyaşı bombardımanı neden bu kadar erken oldu?
Rüyasında Matiz’i mi görmüştü yine? Ama alışmıştı artık buna. Sebep bu olamazdı.
Belki de gece yarısı Matiz’in yokluğuna içi sıkılmıştı. Hayır, Matiz zaten uzun zamandır yoktu.
Kim bilir, belki bi şeftali yemiştir ve çekirdeğini görünce içi burkulmuştur. Çünkü şeftali çekirdeği kadar sevmek önemliydi Matiz için. Okuduğu bir kitapta öyle buyurmuştu yazar.
Yoksa yine göğsünü yırtarcasına boğuldu mu? Çığlıklar atsa, kaburgalarını kırsa tüm sorun çözülecekmiş, rahatlayacakmış gibi olup da bir bok yapamayışı mı akıttı göz yaşını? Kuvvetle muhtemeldi.
Matiz de zaman zaman böylesine boğulurdu. Gidenin önemli olmadığı ayrılıklarda bazen benzer duygular yaşanabiliyordu ve Alkım, Matiz’in de bunu yaşadığını biliyordu.
Matiz kim mi Dünyalı? Tanıtayım.
Matiz, Alkım’ın tam anlamıyla aşık olduğu, karakterim. Uzun zamandır ikili ilişkilerinde iniş çıkışları olan ve genellikle de çıkışlarda çok zorlanan, karşı tarafın sevgisinden uzak, hayatını yoluna sokamayan, derin cümlelerde nefes alan, tavlada şansı olmayan, tatil planlarının bir bir yok olduğu, bir kadın. Ha biraz da deli.
Matiz, Alkım’ın sevgisini hissettikçe acılarını unuttu. “ Ben de sevilebiliyormuşum.” dedirtti kendi kendine. Derin cümlelerine ara verir oldu. Kısaca mutlu oldu. Ama Alkım’ı o sonsuz mutluluğa ulaştıramadı. Çünkü Matiz, kendi sevgisine kırgındı çoktan. Bu  konuyu kendi içinde çözdü zamanla fakat çözümleri yetersizdi. Alkım da dilediğince sevilmeyi istiyordu, olmadı. İki taraftan birinin gitmesi gerekiyordu ve Matiz gitti.
Alkım kahroldu. Sonra da nefret etti.
Ve devamı elbette gelecek. Bu cümleler sadece giriş . Sen beni okumaya devam et Dünyalı!



6 Temmuz 2015 Pazartesi

Müzeyyen'in Sohbeti, Füsun'un Yüreği, İstanbul'un Göbeği



Biliyorum Dünyalı, yeni bir hikayeye başlamıştım. Yavaş yavaş getiriyorum devamını ama önce yaşadığım güzel bir günü çıldırırcasına yazmak istiyorum. Ha bu arada Dünyalı, bu yazım reklam içerir…


Dün dost bildiğim tatlış bir kuzu ve kuzukuzenle birlikte İstanbul’un bir ucundan diğer bir ucuna kahvaltı etmeye gittik. Ramazan bu sefer bize uğramadı, haklısın. Neyse. Müzeyyen diye bir mekan için sabahın köründe döküldük yollara. Aslında tam da sabahın körü olamadı. Sabah 08:30’da durakta buluşma kararı almıştık fakat “lütfen artık beni değiştir” diye çığlık çığlığa isyan eden telefonum yine şarj olmayıp beni insanlara mahcup etmişti. Saat 10’a doğru gelirken ev telefonu çaldı. Genelde babam sabah dokuz gibi dükkanı açtığı için mecburen ben bakıyordum çalan telefonlara. Gözümü rüyanın etkisinde açtım ve evde babamın olmayışına birkaç saniye üzüldüm diyebilirim. Ardından babamın “Alo” ve “Evet , bir dakika” deyişini duyduktan sonra yataktan “Baba arayan Kuzu mu!!!!!!” diyerek sıçradım ve sanırım o saniyelerde dünyada benden büyük adım atan olamazdı. Çünkü üç adımda odamdan salona ışınlanmıştım resmen! Neyse. On dakika içinde hazırlanıp çıktım evden. Allahtan durak yakın. Sonrası sarılıp kucaklaşmalar..
Tamam Pazar günü için sabah 10 erken bir saat olabilirdi ama İstanbul bu üç deliyi oldukça şaşırtmayı başardı. Sanki darbe olmuş da sokağa çıkma yasağı gelmiş gibiydi ortalık. İstanbul ilk defa bu kadar boştu. Metrobüste şoför klimayı bile açmadı. Çünkü içinde belki otuz kişi bile yoktu. Bazı duraklarda durmadık bile. Zincirlikuyu’da insan yoktu. Oysa birkaç gün önce oradan evime gelmek için dokuzuncu metrobüsü beklemek zorunda kalmıştım. Boğazdan geçerken  araçlar resmen hızlı hızlı gidiyordu. Acıbademden bindiğimiz minibüs şoförüne “hadi dostuum,bas gaza” diyesi geliyordu insanın….

Öyle böyle geldik Müzeyyen’e. Tamamen harika bir yer. Ama en harikalıklarını akşamları rakı masasında gösterebiliyorlar, o ayrı..  İstanbul standartlarında bir fiyat karşılığında kahvaltımızı yaptık. Güldük, sohbetler ettik. Adeta mekanı kendimize kapatmış gibiydik. Kahve istedik, “bizden olsun” dediler. Her yer maviydi Dünyalı. Öyle güzel, öyle sade bir yerdi ki, insan tüm gününü orada geçirse pişman olmaz. Orada çalışanlar artık onlara sıradan bir konsept olarak geldiğini söyleseler de İstanbul’un bir diğer ucundan gelen bu üçlü için insanın içini dinlendiren farklı bir yerdi.Adının “Müzeyyen” olma sebebi de sahiplerinin Müzeyyen Senar’ı çok sevmeleriymiş. Aynı zamanda mekanın sahibi ünlü birisi. Uzun yıllar yaşadıkları evlerindeki havayı bu mekana yansıtmışlar. Mekan sahibinin annesi , divanlar üzerindeki yastıkların kılıflarını vs hep kendisi yapmış. Kısacası Dünyalı, biz mest olduk. Sen de bi uğra derim Müzeyyen’e…

Müzeyyen’in tam karşısında da Adile Sultan Kasrı var. Kahvaltı,nişan falan yapılabiliyor ama bizim derdimiz Hababam Sınıfı’nın çekildiği yeri görmekti. Biz sadece taş bir bina göreceğimizi sanarken içeride ufak bir müze olduğunu tesadüfen gördük. Hababam Sınıfı’nın çekildiği sınıfı müze yapmışlar. Kapıdan içeri girerken öylesine duygulandım ki Dünyalı, Halit Akçatepe’nin günümüz Hababam Sınıfı filminde rol alırken neden gözyaşlarına boğulduğunu çok daha iyi anladım. O filmlerle büyüyen birisi olarak onların nefes aldığı yere adımımı atmak beni duygulandırıyorsa, o filmlere emek veren birisi neden gözyaşlarını tutamasın ki Dünyalı?. 


E artık bi deniz havası alalım ama öyle değil mi, diyerek geldik Üsküdar’a, bindik vapura. Bulutlarla arkadaş olmuş masmavi gökyüzü ve sohbetlerle geçtik karşıya,Beşiktaş’a.

Oradan hoop Çukurcuma yollarına!.. Müzeyyen’i görmüşken Füsun’un kapısını çalmamak olmazdı. Hayır Dünyalı, Füsun bir mekan adı değil. Füsun, Kemal’in sevdiği kadın. Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi  adlı kitabının ölümsüz kahramanları. Onları görmek için Masumiyet Müzesi’ne gittik. Benim üçüncü gidişim, kuzuların ilk gidişiydi. Koca müzeyi, kulaklıklarımızdan gelen bilgilendirme notlarıyla gezdik. Benim gezim biraz erken bitti. Kitapta hatırlayamadığım bölümleri dinledim sadece. Kızlardan önce aşağıya inip onları bekledim. Geldiklerinde ikisinin yüzünde de şok ve hayranlık ifadesi vardı. Benim de hala dediğim gibi onlar da “ Bu kadar olamaz!” dediler. Uzun bir süre bunu konuştuk sonra. Sen de git o müzeye Dünyalı. Git ve aşkı gör.
Ara sokaklardan İstiklal Caddesi’ne çıktık ve guruldayan karınlarımızı doyurduk. E bir tane de bu yakada kahve içelim dedik ve Manda Batmaz’da günün  son kahvelerini yudumladık. Enfesti. Yoğun bir kahve tadı almak istiyorsan, ara sokağa atılan ahşap taburelere bi otur derim Dünyalı.
E sonrası eve dönüş ve kapanış…