Biliyorum Dünyalı, yeni bir hikayeye başlamıştım. Yavaş yavaş
getiriyorum devamını ama önce yaşadığım güzel bir günü çıldırırcasına yazmak
istiyorum. Ha bu arada Dünyalı, bu yazım reklam içerir…
Dün dost bildiğim tatlış bir kuzu ve kuzukuzenle birlikte
İstanbul’un bir ucundan diğer bir ucuna kahvaltı etmeye gittik. Ramazan bu
sefer bize uğramadı, haklısın. Neyse. Müzeyyen diye bir mekan için sabahın
köründe döküldük yollara. Aslında tam da sabahın körü olamadı. Sabah 08:30’da
durakta buluşma kararı almıştık fakat “lütfen
artık beni değiştir” diye çığlık çığlığa isyan eden telefonum yine şarj olmayıp
beni insanlara mahcup etmişti. Saat 10’a doğru gelirken ev telefonu çaldı.
Genelde babam sabah dokuz gibi dükkanı açtığı için mecburen ben bakıyordum
çalan telefonlara. Gözümü rüyanın etkisinde açtım ve evde babamın olmayışına
birkaç saniye üzüldüm diyebilirim. Ardından babamın “Alo” ve “Evet , bir dakika”
deyişini duyduktan sonra yataktan “Baba arayan Kuzu mu!!!!!!” diyerek sıçradım
ve sanırım o saniyelerde dünyada benden büyük adım atan olamazdı. Çünkü üç
adımda odamdan salona ışınlanmıştım resmen! Neyse. On dakika içinde hazırlanıp
çıktım evden. Allahtan durak yakın. Sonrası sarılıp kucaklaşmalar..
Tamam Pazar günü için sabah 10 erken bir saat olabilirdi ama
İstanbul bu üç deliyi oldukça şaşırtmayı başardı. Sanki darbe olmuş da sokağa
çıkma yasağı gelmiş gibiydi ortalık. İstanbul ilk defa bu kadar boştu. Metrobüste
şoför klimayı bile açmadı. Çünkü içinde belki otuz kişi bile yoktu. Bazı duraklarda
durmadık bile. Zincirlikuyu’da insan yoktu. Oysa birkaç gün önce oradan evime
gelmek için dokuzuncu metrobüsü beklemek zorunda kalmıştım. Boğazdan
geçerken araçlar resmen hızlı hızlı
gidiyordu. Acıbademden bindiğimiz minibüs şoförüne “hadi dostuum,bas gaza”
diyesi geliyordu insanın….
Öyle böyle geldik Müzeyyen’e. Tamamen harika bir yer. Ama en
harikalıklarını akşamları rakı masasında gösterebiliyorlar, o ayrı.. İstanbul standartlarında bir fiyat
karşılığında kahvaltımızı yaptık. Güldük, sohbetler ettik. Adeta mekanı kendimize
kapatmış gibiydik. Kahve istedik, “bizden olsun” dediler. Her yer maviydi
Dünyalı. Öyle güzel, öyle sade bir yerdi ki, insan tüm gününü orada geçirse
pişman olmaz. Orada çalışanlar artık onlara sıradan bir konsept olarak
geldiğini söyleseler de İstanbul’un bir diğer ucundan gelen bu üçlü için
insanın içini dinlendiren farklı bir yerdi.Adının “Müzeyyen” olma sebebi de sahiplerinin Müzeyyen Senar’ı çok sevmeleriymiş.
Aynı zamanda mekanın sahibi ünlü birisi. Uzun yıllar yaşadıkları evlerindeki
havayı bu mekana yansıtmışlar. Mekan sahibinin annesi , divanlar üzerindeki
yastıkların kılıflarını vs hep kendisi yapmış. Kısacası Dünyalı, biz mest
olduk. Sen de bi uğra derim Müzeyyen’e…
Müzeyyen’in tam karşısında da Adile Sultan Kasrı var. Kahvaltı,nişan
falan yapılabiliyor ama bizim derdimiz Hababam Sınıfı’nın çekildiği yeri
görmekti. Biz sadece taş bir bina göreceğimizi sanarken içeride ufak bir müze
olduğunu tesadüfen gördük. Hababam Sınıfı’nın çekildiği sınıfı müze yapmışlar.
Kapıdan içeri girerken öylesine duygulandım ki Dünyalı, Halit Akçatepe’nin günümüz
Hababam Sınıfı filminde rol alırken neden gözyaşlarına boğulduğunu çok daha iyi
anladım. O filmlerle büyüyen birisi olarak onların nefes aldığı yere adımımı
atmak beni duygulandırıyorsa, o filmlere emek veren birisi neden gözyaşlarını
tutamasın ki Dünyalı?.
E artık
bi deniz havası alalım ama öyle değil mi, diyerek geldik Üsküdar’a, bindik
vapura. Bulutlarla arkadaş olmuş masmavi gökyüzü ve sohbetlerle geçtik
karşıya,Beşiktaş’a.
Oradan hoop Çukurcuma yollarına!.. Müzeyyen’i görmüşken
Füsun’un kapısını çalmamak olmazdı. Hayır Dünyalı, Füsun bir mekan adı değil.
Füsun, Kemal’in sevdiği kadın. Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi adlı kitabının ölümsüz kahramanları. Onları
görmek için Masumiyet Müzesi’ne gittik. Benim üçüncü gidişim, kuzuların ilk
gidişiydi. Koca müzeyi, kulaklıklarımızdan gelen bilgilendirme notlarıyla
gezdik. Benim gezim biraz erken bitti. Kitapta hatırlayamadığım bölümleri
dinledim sadece. Kızlardan önce aşağıya inip onları bekledim. Geldiklerinde ikisinin
yüzünde de şok ve hayranlık ifadesi vardı. Benim de hala dediğim gibi onlar da “
Bu kadar olamaz!” dediler. Uzun bir süre bunu konuştuk sonra. Sen de git o
müzeye Dünyalı. Git ve aşkı gör.
Ara sokaklardan İstiklal Caddesi’ne çıktık ve guruldayan
karınlarımızı doyurduk. E bir tane de bu yakada kahve içelim dedik ve Manda
Batmaz’da günün son kahvelerini
yudumladık. Enfesti. Yoğun bir kahve tadı almak istiyorsan, ara sokağa atılan
ahşap taburelere bi otur derim Dünyalı.
E sonrası eve dönüş ve kapanış…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder