6 Temmuz 2015 Pazartesi

Müzeyyen'in Sohbeti, Füsun'un Yüreği, İstanbul'un Göbeği



Biliyorum Dünyalı, yeni bir hikayeye başlamıştım. Yavaş yavaş getiriyorum devamını ama önce yaşadığım güzel bir günü çıldırırcasına yazmak istiyorum. Ha bu arada Dünyalı, bu yazım reklam içerir…


Dün dost bildiğim tatlış bir kuzu ve kuzukuzenle birlikte İstanbul’un bir ucundan diğer bir ucuna kahvaltı etmeye gittik. Ramazan bu sefer bize uğramadı, haklısın. Neyse. Müzeyyen diye bir mekan için sabahın köründe döküldük yollara. Aslında tam da sabahın körü olamadı. Sabah 08:30’da durakta buluşma kararı almıştık fakat “lütfen artık beni değiştir” diye çığlık çığlığa isyan eden telefonum yine şarj olmayıp beni insanlara mahcup etmişti. Saat 10’a doğru gelirken ev telefonu çaldı. Genelde babam sabah dokuz gibi dükkanı açtığı için mecburen ben bakıyordum çalan telefonlara. Gözümü rüyanın etkisinde açtım ve evde babamın olmayışına birkaç saniye üzüldüm diyebilirim. Ardından babamın “Alo” ve “Evet , bir dakika” deyişini duyduktan sonra yataktan “Baba arayan Kuzu mu!!!!!!” diyerek sıçradım ve sanırım o saniyelerde dünyada benden büyük adım atan olamazdı. Çünkü üç adımda odamdan salona ışınlanmıştım resmen! Neyse. On dakika içinde hazırlanıp çıktım evden. Allahtan durak yakın. Sonrası sarılıp kucaklaşmalar..
Tamam Pazar günü için sabah 10 erken bir saat olabilirdi ama İstanbul bu üç deliyi oldukça şaşırtmayı başardı. Sanki darbe olmuş da sokağa çıkma yasağı gelmiş gibiydi ortalık. İstanbul ilk defa bu kadar boştu. Metrobüste şoför klimayı bile açmadı. Çünkü içinde belki otuz kişi bile yoktu. Bazı duraklarda durmadık bile. Zincirlikuyu’da insan yoktu. Oysa birkaç gün önce oradan evime gelmek için dokuzuncu metrobüsü beklemek zorunda kalmıştım. Boğazdan geçerken  araçlar resmen hızlı hızlı gidiyordu. Acıbademden bindiğimiz minibüs şoförüne “hadi dostuum,bas gaza” diyesi geliyordu insanın….

Öyle böyle geldik Müzeyyen’e. Tamamen harika bir yer. Ama en harikalıklarını akşamları rakı masasında gösterebiliyorlar, o ayrı..  İstanbul standartlarında bir fiyat karşılığında kahvaltımızı yaptık. Güldük, sohbetler ettik. Adeta mekanı kendimize kapatmış gibiydik. Kahve istedik, “bizden olsun” dediler. Her yer maviydi Dünyalı. Öyle güzel, öyle sade bir yerdi ki, insan tüm gününü orada geçirse pişman olmaz. Orada çalışanlar artık onlara sıradan bir konsept olarak geldiğini söyleseler de İstanbul’un bir diğer ucundan gelen bu üçlü için insanın içini dinlendiren farklı bir yerdi.Adının “Müzeyyen” olma sebebi de sahiplerinin Müzeyyen Senar’ı çok sevmeleriymiş. Aynı zamanda mekanın sahibi ünlü birisi. Uzun yıllar yaşadıkları evlerindeki havayı bu mekana yansıtmışlar. Mekan sahibinin annesi , divanlar üzerindeki yastıkların kılıflarını vs hep kendisi yapmış. Kısacası Dünyalı, biz mest olduk. Sen de bi uğra derim Müzeyyen’e…

Müzeyyen’in tam karşısında da Adile Sultan Kasrı var. Kahvaltı,nişan falan yapılabiliyor ama bizim derdimiz Hababam Sınıfı’nın çekildiği yeri görmekti. Biz sadece taş bir bina göreceğimizi sanarken içeride ufak bir müze olduğunu tesadüfen gördük. Hababam Sınıfı’nın çekildiği sınıfı müze yapmışlar. Kapıdan içeri girerken öylesine duygulandım ki Dünyalı, Halit Akçatepe’nin günümüz Hababam Sınıfı filminde rol alırken neden gözyaşlarına boğulduğunu çok daha iyi anladım. O filmlerle büyüyen birisi olarak onların nefes aldığı yere adımımı atmak beni duygulandırıyorsa, o filmlere emek veren birisi neden gözyaşlarını tutamasın ki Dünyalı?. 


E artık bi deniz havası alalım ama öyle değil mi, diyerek geldik Üsküdar’a, bindik vapura. Bulutlarla arkadaş olmuş masmavi gökyüzü ve sohbetlerle geçtik karşıya,Beşiktaş’a.

Oradan hoop Çukurcuma yollarına!.. Müzeyyen’i görmüşken Füsun’un kapısını çalmamak olmazdı. Hayır Dünyalı, Füsun bir mekan adı değil. Füsun, Kemal’in sevdiği kadın. Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi  adlı kitabının ölümsüz kahramanları. Onları görmek için Masumiyet Müzesi’ne gittik. Benim üçüncü gidişim, kuzuların ilk gidişiydi. Koca müzeyi, kulaklıklarımızdan gelen bilgilendirme notlarıyla gezdik. Benim gezim biraz erken bitti. Kitapta hatırlayamadığım bölümleri dinledim sadece. Kızlardan önce aşağıya inip onları bekledim. Geldiklerinde ikisinin yüzünde de şok ve hayranlık ifadesi vardı. Benim de hala dediğim gibi onlar da “ Bu kadar olamaz!” dediler. Uzun bir süre bunu konuştuk sonra. Sen de git o müzeye Dünyalı. Git ve aşkı gör.
Ara sokaklardan İstiklal Caddesi’ne çıktık ve guruldayan karınlarımızı doyurduk. E bir tane de bu yakada kahve içelim dedik ve Manda Batmaz’da günün  son kahvelerini yudumladık. Enfesti. Yoğun bir kahve tadı almak istiyorsan, ara sokağa atılan ahşap taburelere bi otur derim Dünyalı.
E sonrası eve dönüş ve kapanış… 







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder