29 Haziran 2014 Pazar

Ordan Bir Şarkı Ver Bana !

Yeni bir şarkı sözünde kendini delicesine kaybetmek gibi bir şey nefes alıp yaşadığını zannetmek aslında.
Neden diye soru sormak kadar gereksiz bazı şeyler de . Mesela karanlıktan korkmadığın halde odandaki ufak bir gece lambasının açık kalmasının sana güç vermesi  gibi. 
Sağır olmak kadar gereksiz bazen hayat. Bilerek sağır olmak ama. Bir şarkıya ne kadar kulaklarını kapatabilirsin ki ? Ne yapabilirsin yani ? En olmadı sesini kısmak gelir içinden de  elin gitmez o düğmeye, tuşa adı her  neyse.
Her şey çok sevmekten diyor ,Cem Adrian. Sonra da, vuruldum aynı yerimden, diyor.
Bu mu aşk.? Tanımı bu mu gerçekten. ?
Aynı yerden defalarca vurulup kanayıp ve bir şekilde dikiş atıp, kabuk tutturup  yine çok sevmek.
İnsanlık mı akıllılık mı yoksa saflık mı ?
Belki hayvanlık ?
Doyumsuzluk ?
Hangisi ?


27 Haziran 2014 Cuma

Yazmasam Olmazdı

Hava sıcak. Kelimelerim soğuk. 
Odanın tavanından sarkan bir ışık var. Gözlerimi kör edecek birkaç dakika baksam. Kör olmak istemediğimden karanlığı seviyorum belki de.
Karanlık.. Sessizlik.. Kimsesizlik.. Çaresizlik.. Vicdansızlık.. İyi niyetsizlik..
Geldik mi yine vicdana. Öfke nöbetlerine.
Koca bir yılın nasıldı Piso? Koskocaman on iki ayın kaçta kaçı mutluluktu? Koskaca üç yüz altmış beş günün kaçında kahkahalar attın tüm içtenliğinle?
2?
12?
22?
102?
Hangisi?
Saymadın mı? Ya da azınlığı bile sayamadın mı diye düzelteyim sorunu.
Neden yazıyorsun, okuyorsun diyorlar. Anlamıyorlar bir türlü beni. Kelimeler benim sığınağım. Kaçış yolundaki kervanım. Bazen nefesim. Bazen uyku ilacım. Bazense ağır bir antideprasan ilacının bir bardak su yardımıyla boğazımdan geçmiş hali.  Kelimeler benim her şeyim.
Nereye kadar can yakacağım? Nereye kadar kaçacağım? Nereye kadar bir ödlek gibi yaşayacağım? Nereye kadar geceyi gündüz, gündüzü gece yaparak yaşayacağım?
Doktora yazmıyorum. Ama sövmeden de edemiyorum hani.  Ona öfkeyle yazdığım yazıları bazen okuyamıyorum. Öfkem ağır geliyor. O sevgimi taşıyamadı bense ondan var olan öfkeyi . Öfkem bir sabah uyandığımda içimden sökülmüş olsun istiyorum. Sevgim gibi bir anda bitsin istiyorum. Bir başkası günden güne almasın öfkemi benden. İstediğim bu değil. Doğru olan bu değil.
Bir sabah uyanacağım ve öfke denizimden geriye kalan sadece karaya vurmuş bir gemi olacak. Doktorun içinde çürüdüğü bir gemi.


26 Haziran 2014 Perşembe

Tardu'ya Bir Daha Gel Demeyeceğim

Fotoğraf : Hamza Zor.



Gecenin bir yarısı taktım kulaklığımı, açtım yine sözsüz bir şarkı. Sözsüzdü; çünkü sözler benimdi.
Geç kaldım hikayeye. Biraz tatil biraz umut ışıkları falan derken boşladık gökyüzünü. Gökyüzünde kim var ? Tardu.
Kaçıyor, göçüyor, saklanıyor, yoruluyor, dinleniyor.
Gri bulutlar var her yerde. Göz yaşım bulutlardan damlalar halinde düşerken onun kanatları da ıslanıyor. Üzülüyor Tardu. Kahroluyor. Yanıma gelemediği için kanadındaki her bir tüyü tek tek koparmak istiyor gagasıyla. Susuyor, içi kuruyor ama bulutların arasından yer yüzüne sağanak yağış olarak inen tuzlu gözyaşımı ağzına sürmüyor. Yediremiyor kendine Tardu.
Aylar önce konduğum camın önünden gitmemeliydim, diyor. Piso’nun yanında kalmam gerekirken ondan kaçtım bir de korkaklar gibi arkamı toplamak için adıma elçiler gönderdim, diyor. Diyor ve benden uzaklara uçuyor biraz daha.
Marsi, onun kanadından gelen elçisi. Bir ona emanet edebilirdi Pisoyu. Bazen sığ düşünceleri vardı Tardu’nun. Sonra o sığlıkta boğulduğu gerçeği sarıyordu gökyüzünü. Nefessiz kalıyordu ama o kanadını yere indirip de gelmiyordu bir türlü yanıma. Onu özlediğimi bildiği halde gelmiyordu.
Tarduydu adı. Ne yapsa yeriydi.
Kızmadım Tarduya hiç. Bazen kaçmanın en iyisi olduğunu biliyordum çünkü. Uyku gibi mesela. Uyku benim kaçışımdı, gökyüzünde kaybolmak da Tardu’nun. Elimizdeki olanaklara göre kaçıyorduk bir şeylerden. Bu yüzden birbirimizindik. Bu yüzden birbirimize ihtiyacımız vardı. Bir şeylerden kaçıp bir yerler de buluşmalıydık.
Buluştuk.
Az önce geldi kondu tekrar camıma. Arkasında Marsi. Hangisini avcumun içine alacağımı bilemedim. Marsi biraz dinlendirdi kanatlarını sonra gitti. Anlayışlıydı.
Neredeydin bunca zaman diye soru sormadım Tarduya. Biliyordum. Benden uzak olan her yerdeydi çünkü.
Çok yorgundu. Haddinden fazla.
Gökyüzüne geldim, dedi Tardu.
Neden?, dedim.
Sen hikaye yazamazsın da o yüzden, dedi.
Haklıydı. Aradan geçen zaman ve olaylar bahanemdi. Tardu benim mutluluğum, Marsi de umut ışığımdı. İkisinin sonu da güzellikti, ağız dolusu kahkahaydı.
Yazamadım. Mutluluğu yazamadım.
Ama Tardu yine benim can kuşum.  Gökyüzü yine benim karanlığım.


9 Haziran 2014 Pazartesi

Piso, Tardu ve Marsi'nin Hikayesine Başlıyor...

Yorulmuştu, çok yorulmuştu. Aylardır gri bulutların,büyük damlalı yağmurların içinden, sert rüzgarlardan nasibini ala ala uçuyordu durmaksızın. Sakin bir bulut bulup dinlenmeliyim, dedi Tardu.
Uçuyordu Marsi. Piso, Marsi’den Tarduyu bulmasını istiyordu ama bulamıyordu bir türlü.
Seviyordu Piso. Marsi ve Tardu’nun varlığını seviyordu.  Tarduyu en son camının önünde görmüştü. Dokunuşuyla kırık kanadını iyileştirmiş, öpücüğüyle soğuk bedenini ısıtmıştı Piso.
Piso, Marsiyi bulduğunda Tarduyu unutmadı hiçbir zaman. Çünkü Tardu onun hediyesiydi, karanlıktan gelen aydınlığıydı. Bir ömür görmese de unutamazdı Piso. Zaten neyi unutabildi ki bu güne kadar can kuşu Tardusunu unutsun öyle değil mi ? Ama merak ediyordu Piso.  Koca gökyüzünde iki güzel canlının hiç karşılaşıp karşılaşmadığını, birbirlerini tanıyıp tanımadığını bilmiyordu. Belki de Tardu yollamıştı Marsiyi. Kendi gelemiyordu ama adına elçiler gönderiyordu.
Olabilir miydi ?
Tardu bunu Piso için yapar mıydı ?
Yaptı.

Piso’da Tardu için yeni bir gökyüzü yarattı. 

5 Haziran 2014 Perşembe

Altı Erkek Dal



Acıların kucağından yazıyorum bir kez daha. Biraz faklı yalnız bu sefer. Ana kucağından gelen acıyı cümleleştiriyorum sırayla.
Kalemimi şu  sıralar annem devraldı.
Dört gün arayla iki amcasını kaybetti annem. Birisi Hollanda’da diğeriyse Ankara’da yaşıyordu. Beş amcadan geride kalan onlardı, onlar da gittiler. Belki de gökyüzü günlerdir ailemin hüznüne ağlıyor bizde iklim değişiyor zannediyoruz. Zaten gökyüzünün de işi gücü yok bir benim derdime bir de ailemin üzüntülerine ağlıyor öyle değil mi Marsi ? 
Ben annemin babasını yani dedemi hiç görmedim Marsi. Geride kalan 15 torundan hepsi dedemin göbeğinde oturup sevildi ama ben geç kaldım bir şeylere.  Kitap okumayı sevişim belki de dedemin geleneğini diğer çocuk ve torunları gibi farkında olmadan devam ettirmemden geliyordur.  Yerin nurlar içinde olsun Halit Ağa.  Bütün kardeşlerini aldın yanına. Anneannem size güzel yemeklerinden yapar yine eskiden olduğu gibi. Can anneannem, canım anneannem. Bazen dilime doluyorum bir tekerlemeyi:  “Patata putata anane, etli butlu anane” .
Ben annemin  beş amcasından dördünü de hiç görmedim Marsi. Bir tek Ankara’da yaşayan amcasının varlığına şahitlik yaptım ömrümde, o kadar. Bir cümlede defalarca kez “evet..evet..” derdi. Ben de çocukluk aklımla ona “Evet evet dede” diye seslenirdim, öyle anardım. Anneme kahrolası haberi verirken bile ağzımdan çıkan isim buydu: Evet evet dede.  Dede derdim, belki de dedemin yerini doldurmasını istiyordum, bilmiyorum.  Dede derdim, belki de göremediğim, tanıyamadığım geride kalan dört amcanın yerini anneme hatırlatmasın diye geçirirdim içimden, bilmiyorum.  Yerin nurlar içinde olsun Evet evet dedem.
Ve ses tonlarını bile bilmediğim geride kalan tüm amcalar. Hepiniz nurlar içinde uyuyun.  Hepinizin yeri rahat olsun.
Rahat olsun, olsun da geride kalanlar art arda gitmeseydi iyiydi hani Marsi. Anneme, aileme çok ağır geldi. Düşünsene Marsi, bir devir bitti. Altı erkek daldan gökyüzüne uzayan koca bir çınar yok artık. Somutluk soyutluğa geçti artık. 
Soyutluk. Yokluk. Açıklık.