31 Mart 2014 Pazartesi

Muhalefet Yine Kaybetti

Zor zamanlarımı anımsadım bir an. Son zamanların, son zamanlarımın gözyaşları ve uykusuz geceleri bir olup "zor" u lider seçtiler doktor. Mutluluk hep muhalefetti hayatımda zaten.  Biraz boy gösterir, biraz umut verir ve biraz da liderliğe oynar sonra yine kaybedip "zor"u koyardı önüme.
Muhalefetin bi adı yoktu hayatımda.  Bir adı olsaydı eğer "Mutluluk Zırvası" gibi birşey olurdu herhalde.
Unutmadım hiçbir şeyi doktor.
Gözlerinin yeşilini yapraklarda arar oldum.
Kokunu aldığım her an elimle burnumu kapadım.
Şarkı sözlerinde kayboldum doktor.
Azınlıktaki keşkelerimi yüzün her gözümün önüne gelişinde tekrar eder hale geldim.
Kendimle çeliştim doktor.
Ve yine sevgime kızdım.
Kırıldım.
Yoruldum da biraz.
Şimdi hala oluyorum doktor.
Kasım ayında minicik bir bebeği alacağım kucağıma.  Ve onu çok seveceğim.  O bebek önce ailemin sonra da benim mutluluk gözyaşım olacak doktor. Mutluluk yine muhalefetlik yapacak ama bu sefer güçlü umutlar aşılayacak ruhuma.
Ama ben sana mutluluğumu anlatmayacağım. Benim mutluluğum senin eline geçirdiğin bir ameliyat eldiveni kadar değere sahip değil çünkü senin hayatında.
Sen benim gözyaşımı görmelisin doktor! Okumadığın onca yazıyı gözyaşım, hıçkırıklara boğulmuş nefesim özetlemeli sana. Beni içine attığın o vicdan çukuru var ya hani doktor. O çukura senin düşüp kalkamaman gerek.
Sevgime batırdığın her bir iğnenin acısı senin göz çukurlarından yanağına süzülmeli tuzlu tuzlu.
Kendine çelme takmalısın doktor. Ama düşmemelisin. Yeri öpmenin korkusunu yaşamalısın. Avuç içimi öpmek kadar kolay olmamalı herşey.
Biraz da cesur olmalısın doktor. Her gece aynı kabusu görme ihtimalinin olduğunu bile bile uykuya yenik düşecek kadar cesur olmalısın.
Ama sen korkaksın doktor. Bir insanı sevmeye cesareti olamayacak kadar korkaksın hemde.

27 Mart 2014 Perşembe

Eks...

Neden vazgeçtim biliyor musun doktor? Elbette bilmiyorsun. Çünkü okuduğun kitapların hiçbirinde yazmıyor. Girdiğin kalp ameliyatlarında eline aldığın kalbin dili de yok tabii.. O yüzden yine ben diyeyim : yazacak birşeyim kalmadi doktor.
Adını yazan, adına yazılar yazan kalemi sen kendi bencilliğinle kırdın doktor.
Herşeye rağmen yazmaya devam ettim. Ben yazdım kalemin kırık ucu gözüme battı.  Ben yazdım ben ağladım. Ama kalemim küçülüyor doktor. O kırık uç artık gözüme batmıyor. Yeni acılar yaratmıyor göz çukurlarımda. Sadece her göz acış kapayışımda yaralarım acıyor, bazen onlara ağlıyorum.
Yaralarım da kapanacak doktor. Bir baskaşı ilaç yazacak reçeteme.
Bitiyor doktor bitiyor. Bilmiyorsun görmüyorsun ama bitiyor. Daha çok öldürüyor ama bitiyor.

24 Mart 2014 Pazartesi

Rüya Tabirleri




Yıllar önce yazdığım masalın sonunu kendi isteğimle değiştirmişliğim oldu da aylardır gördüğüm kabusu değiştirmeye uğraşmadım hiç açıkçası.
Doktor? Bu sefer ben sana uçurumun kenarından bakıyorum. Bakıyorum.. Bakıyorum…
Gözlerim biraz bozuk. Aşağıları o kadar iyi görmüyor gözlerim. Öldün mü kaldın mı doktor?
Neden böyle oldu doktor? Ses tonun neden değişti ? Senin yukarıda olman gerekirdi, benimse kayalıkların dibinde. Neden yer değiştik?
Boşluğa düşmenin tadını mı merak ettin yoksa?
Sende nerde boktan işler var hep onları merak ediyorsun doktor!
Rüzgar yaktı mı tenini? Dokunabildin mi rüzgara? Sesin boşlukta kayboldu mu doktor? Kalbin ağzından fırlayacakmışçasına attı mı hiç doktor? Kurtaracağın onca hayat varken kendi hayatının sonuna yaklaştığını o zavallı beynin idrak edebildi mi doktor?
Son adımı sen atmadın doktor. Ben ittim seni boşluğa. Gariptir ki sen değil ben öldüm yine.
Sen benden uzaklaştın ben nefesimi tuttum.
Sen git gide küçüldün ben gözlerimi kapadım.
Sen gözden kayboldun ben uykumdan sıçradım.
Günaydın doktor!

İpsiz Uçurtma




"Kafana çivi çakmayı bile düşündüm.
Ama daha kötü bir şeye karar verdim;
Seni görmezden geleceğim."
The Libertine

Gelip geçiyor saatlerim günlerim. Bir de rüyalarım geliyor her uykunun peşi sıra. An geliyor yüzün geliyor gözlerimin önüne.
Git diyorum, gitmiyor. Gerçi geldiğini de bilmiyor ya neyse.
Olmuyor doktor, olmuyor. İnce damarlı bir vücutta kan almak için dakikalarca damar aramak gibi bir şey bu .
Seni görmezden gelmek, yeni tanıdığın bir müzik grubunu keşfetmek gibi bir şey aslında. Bu da kim, deyip bütün şarkılarını dinlemek. Sonra aralarından en beğendiğini seçip kusana kadar dinlemek.
Her bir hücremden, her bir deri parçamdan, her bir saç derimden, her bir görüş noktamdan, her bir gözyaşı damlamdan silmek istesem de tükenmez kalemle yazdığım bir cümle gibisin. Öyle gelişi güzel yazılmış bir cümle de değil. Bir yere özenle not almış gibiyim. Kalemim o an seni yazmak için bilerek yanımdaymış gibi. O sayfa hiç kaybolmayacakmış gibi duruyor hala kalbimin üstünde. Uçmuyor da. Rüzgar sert ama uçmuyor.
İpsiz uçurtma bile savrulur boşlukta da sen neden düşmüyorsun benim sarp kayalarımdan en derin denizlere doktor?

19 Mart 2014 Çarşamba

Depremler Oluyor Beynimde

Sınanmışıklıklar mı var aklımın bir köşesinde bilmiyor  bu beynim. Ve nereye kadar zamandan yoksun bir gönlüm olacak onu bilmiyor yine aynı beynim.
Fil hafızalı beynim.
Fil mi balık mı deseler hiçbiri derdim. Ne fil ne de balık olmak isterdim.
Ortası yok mu bunun arkadaş. Neden herşeyi uçlarda yaşıyorum ki. Kural mı ? Yasa mı ? Nedir yani bunun nedeni birisi bana anlatabilir mi ?
İstemiyorum ben böyle bir hayatı.
Ömrümde bir çikolata bir de uyku olsun. Biraz da müzik verin bana. Ne savaş ne barış ne salgın hastalıklar. Hiçbiri umurumda olmaz. Aşk mı? Gülerim size o zaman.
Gitsin bitsin herşey. Yasaklansın gönlüme insanlık.
Uykular verin bana. Bitmek bilmeyen, uyanmayı keşfedememiş uykular verin.
Rüyalar verin bana. Pamuk prensesin tüm cüceleri öptüğü türden rüyalar verin.
Kabuslarımı saklayın.
Alın kanımı.
Façalar atın ruhumun derinliklerine. Göz çukurlarıma pamuktan tampon yapın ki göz yaşlarım akmasın daha fazla.
Bitsin.
Sonsuz uykular gelsin.
Yaşam bitsin. !

16 Mart 2014 Pazar

Teker Üstü Karanlık

İki uç arasında varla yokluk arasındaki incecik çizgide gezinen varlığın vardı ya hani doktor; nerede?
Yok.
Yoksun.
Olamazsın ki daha fazla zaten. Ben sildim o incecik çizgiyi doktor.
Seni daha fazla var edemem doktor. Seni gönlümde ne kadar daha barındırabilirdim ki ?
Sana daha ne kadar güzel cümleler kurabilirdim ki  ?
Senden gülüşümü almadan, çiçekli böcekli yazılarımı yeniden nasıl yazabilirim ki  doktor ?
 Aynı yerde nefes aldığımız şehre bir otobüsün en arka koltuğunda camın arkasındaki karanlığı izleyerek gelirken,  ben içimdeki o uzak ışığa nasıl kavuşayım doktor ?
Bilmiyor musun?
Duymuyor musun?
Yapma doktor, güldürme beni.
Neyse doktor. Sen beni öldürdün Allah da seni öldürsün !

8 Mart 2014 Cumartesi

"Şırıngayla Çekip Alsınlar Seni Ruhumdan"



Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor anlıyor musun?
Oğuz Atay
Doktor? Geri mi geldin kabusuma ? Kabuslarıma demiyorum bak! Hemen hemen her bir karesi aynı olan kabusuma hoş geldin doktor!
Kabusumu değil de seni özledim ben. Değerimin olmadığı, gözlerimdeki ışığın önemsenmediği, gülüşümün anlamsızlaştırıldığı, varlığımın hatırlanmadığı, nefesimin durdurulduğu, adam olamamış bir et parçasının bedenini taşıyan “insan” kategorisindeki bir bireyi özledim doktor!
Gelme doktor, gelme! Gelmeyeceğini bildiğim halde sen yine de gelme !
Karşılaşacağımız tüm yolların ana damarlarının her birini tek tek değiştir ve birbirine dikme.  Her bir damarı iki ayrı uca dik. Birbirine hiç değmeyecek olan iki ayrı uca.
İki uç, hep vardı hayatımızda öyle değil mi doktor? Ama bir çizginin uçlarıydı onlar. Şimdi başka uçlardayız artık. Ara koridorlardan bir oda sana çıksın istemiyorum artık doktor !
O uzun parmakların sevdiğim gülüşüne dikilsin doktor. Parmakların dudaklarına hapsolsun.
Benim gülüşüm gibi senin de gülüşün solsun doktor !


5 Mart 2014 Çarşamba

Ceketli Adam IV - Son



 Güzeller güzeli uykum ölüm getirdi. Ercüment’i tanımama fırsat vermeden ölüm meleğim geldi yanıma uzandı. Neden bu kadar erken geldin, dedim. Sustu. Saçlarımı sevdi biraz. Belki bir işe yarar diye itiraz etmek istedim. Yapmam gerekenler var ,dedim. Unutmam gereken insanları henüz unutmadım ve unutmadan da ölmek istemiyorum, dedim ama dinlemedi beni. Ercüment, dedim. Ona gözlerinin mavisini anlatmadan alıyorsun canımı dedim, duymadı. Bağıra bağıra tekrar dile getirdim. Öldürme, dedim. Ercüment’e maviyi anlatmadan beni öldürme, dedim.
İnsanoğlu çok garip dedi ölüm meleğim.  Hayatı boyunca hiç görmeyen bir yaşayana maviyi nasıl anlatacaksın ki, dedi. 
Beklemiyordum bu soruyu.
Kurnazdı ölüm meleğim.
Çok kurnazdı.
Ölüm meleğimden zaman istedim ve düşünmeye başladım. Haklıydı. Renk kavramı siyahın dışına çıkamamış bir insana nasıl başka bir rengi anlatabilirdim.
Biraz daha düşündüm ve iki soruya cevap buldum.
Önce , maviyi nasıl anlatabilirim sorusunun cevabını buldum :Mavi, ölümün rengiydi. Ölümü nasıl ki yaşayamadan kendime anlatamam; maviyi de siyahtan başka bir renge sahip olmayan dünyasında yaşayan bir adama anlatamam.
Sonra da ölüm meleğimin neden bu kadar erken geldiği sorusunun cevabını buldum: Maviyi anlatmak için ölmem gerekiyordu. Yoksa imkansızdı maviyi Ercüment’e anlatmak. Ancak ölüm herşeyi gösterirdi insanoğluna.
Cevaplarımı sindirdim kendi içimde. Sonra ölüm meleğimin yanından kalkıp masamın üstündeki not defterine kocaman harflerle birkaç cümle yazdım.
Ercüment’e…
Bir gün bana, bu kaselerin içindekilerden hangisi reçel, hangisi bal diye soru sormanın dışında bir soru sorduğunda ve o soru “Bana maviyi anlatır mısın?” olduğunda sana bunun imkansız olduğunu anlatmaktan çok gerçeği simsiyah dünyanda aydınlatmak için ölüm meleğimin yanına uzanıyorum. Çünkü mavi, ölümün rengi.