Güzeller güzeli uykum ölüm getirdi. Ercüment’i tanımama
fırsat vermeden ölüm meleğim geldi yanıma uzandı. Neden bu kadar erken geldin,
dedim. Sustu. Saçlarımı sevdi biraz. Belki bir işe yarar diye itiraz etmek
istedim. Yapmam gerekenler var ,dedim. Unutmam gereken insanları henüz
unutmadım ve unutmadan da ölmek istemiyorum, dedim ama dinlemedi beni.
Ercüment, dedim. Ona gözlerinin mavisini anlatmadan alıyorsun canımı dedim,
duymadı. Bağıra bağıra tekrar dile getirdim. Öldürme, dedim. Ercüment’e maviyi
anlatmadan beni öldürme, dedim.
İnsanoğlu çok garip dedi ölüm meleğim. Hayatı boyunca hiç görmeyen bir yaşayana
maviyi nasıl anlatacaksın ki, dedi.
Beklemiyordum bu soruyu.
Kurnazdı ölüm meleğim.
Çok kurnazdı.
Ölüm meleğimden zaman istedim ve düşünmeye başladım.
Haklıydı. Renk kavramı siyahın dışına çıkamamış bir insana nasıl başka bir
rengi anlatabilirdim.
Biraz daha düşündüm ve iki soruya cevap buldum.
Önce , maviyi nasıl anlatabilirim sorusunun cevabını buldum
:Mavi, ölümün rengiydi. Ölümü nasıl ki yaşayamadan kendime anlatamam; maviyi de
siyahtan başka bir renge sahip olmayan dünyasında yaşayan bir adama anlatamam.
Sonra da ölüm meleğimin neden bu kadar erken geldiği
sorusunun cevabını buldum: Maviyi anlatmak için ölmem gerekiyordu. Yoksa imkansızdı
maviyi Ercüment’e anlatmak. Ancak ölüm herşeyi gösterirdi insanoğluna.
Cevaplarımı sindirdim kendi içimde. Sonra ölüm meleğimin
yanından kalkıp masamın üstündeki not defterine kocaman harflerle birkaç cümle
yazdım.
Ercüment’e…
Bir gün bana, bu kaselerin içindekilerden hangisi reçel,
hangisi bal diye soru sormanın dışında bir soru sorduğunda ve o soru “Bana
maviyi anlatır mısın?” olduğunda sana bunun imkansız olduğunu anlatmaktan çok
gerçeği simsiyah dünyanda aydınlatmak için ölüm meleğimin yanına uzanıyorum. Çünkü
mavi, ölümün rengi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder