Naber Dünyalı? Duyduğuma göre kar varmış oralarda. Bugün
Solfej’e de yağdı biraz. Üşümedim. Çünkü fark ettim ki benim kalbim buz tutmuş
zaten çoktan. Yağan kar tanelerinin saçlarımda erimesi beni daha fazla
üşütmedi.
Neden bilmiyorum ama ben yine bir şeylerden çok yoruldum
Dünyalı. Kimden, neyden ya da nelerden yoruldum bilmiyorum ama yine zamansız
uykular istiyor bedenim. Bak bir yıl daha bitiyor. Ve ben yılın son günleri yine cümlelerime
sığınıyorum.
Yalnızlığın soyadıma kazındığı bir sene geçirdim. Göz yaşı
göbek adım oldu. Yılın son zamanları Naz’ın doğumuyla yüreğim ferahlayabildi
sadece. Ama şimdi onun o minicik ellerini, varlığını özlerken o ferahlık
hissini bünyemde hissedemiyorum. Bazen öyle oluyor ki Cem Adrian bile
dinleyesim gelmiyor Dünyalı.
Sevimsiz kalpler etrafımı sardı son günlerde Dünyalı.
Etrafında çitler var, dikenli. Ellerimi kanatıyorlar dokundukça, adımı andıkça.
Eziliyorum Dünyalı. Kahroluyorum. Her yer ateşle kaplandı artık Dünyalı.
Koca bir senem gitti ellerimden işte. Ne yaptın koca bir yıl
boyunca diye soracak olursan şayet, o zaman kelimelerime nokta koymam gerekir.
Çünkü daha önce ben bu soruyu sordum kendime. Verdiğim cevapların kargaşasında
boğuldum yine.
Orta şekerli bir Türk
kahvesi gibiydi yılım. Hatta bir bölümü acıydı diyebilirim. Bi aşk vardı
yüreğimde ve heybemdeki tüm şekerleri çalmıştı giderken. Sonra bir rüzgar esti
ve bir gece yarısı geçici öğrenci evimin balkonunda veda ettim Doktor’a. Geç
kalınmış bir vedaydı. Ama sıralıydı vedalarım. Önce bedenim veda etti gittiği
gün. Sonra sevgim. Sonra öfkem. Zaten öfkemi uğurladıktan sonra ona ait cümlelerime
de veda ettim ve bu yüzdendir ki bu zamana kadar kurduğum cümleleri bir kitapta
buluşturmaktan vazgeçtim. Çünkü vedalar okunmaz, Dünyalı. Neyse.
Doktor’u o gece rüzgarıyla uğurladıktan sonra rakıyı sevdi
bu gönlüm. Keşke önceden tanışsaydık
dedim her yudumda. Ve o zaman anladım rakı masasında şair olmuş insanların o
derin acılarını. Çıkmaz labirentlere tünel açtırırdı o rakı masası. Ya göz
yaşın kazırdı o tüneli ya da keskin sözlerin yeni dönemeçlere sokardı
seni. Benim dönemecim kendi gezegenimi
yaratmak oldu Dünyalı. Ve sana Solfej’den yazdığım kaçıncı yazım inan
bilmiyorum. Saymak anlamsız. Tıpkı acı dolu günleri sınırlı mutluluklarla kıyaslamak kadar anlamsız
üstelik.
Ve ben o sınırlı mutluluklarımda yazamadım. Sevmedim o
dönemde kurduğum cümlelerimi. Hiçbiri derin değildi mutsuzluğumdaki gibi. Beceremedim işte mutluluğu yazmayı.
Alışamadım. Alışmaya başladığımdaysa mutluluk beni terk etmişti zaten .
Ama sonra sevmek istedi gönlüm yeniden. Aşık olmaktan hep
kaçtım. Çünkü aşık olmak kötüydü.
Kalbime iyi gelmiyordu. Sevgi iyilik güzellikti. Bazen o da acıtıyordu
ama uykuya yenik düştükten sonra yeniden sabahlarıma güneş doğuyordu en
azından. Zaten sonra sevgiyi bi kenara koydum. Çünkü sonsuz mutluluk geldi
kucağıma. Naz’ım doğdu. Hala oldum. O küçük yüzü Solfej’in mavisine ışık diye
tuttum.
Kendi içimdeki cevap kargaşasından bir bunları yazabildim
işte Dünyalı. Geride bırakılmaya hazırlanılan bu yılda acılarımı geride bırakma
kararı aldım artık. Göz yaşıma yeni yıl hediyesi olarak sus payı verdim. Bu yıl kalbime mutluluk diledim. Senin
gezegenine barış gelsin istedim. Çocuklar hangi gezegende yaşıyor olursa olsun
hep çok mutlu olsun, dedim.
Ve yılın son yazısının sonuna geldim işte. Dünyalı,
kalbindeki tüm dilekler, mavinin güzelliği kadar kabul olsun. İyi yıllar…