30 Aralık 2014 Salı

Yılın Son Yazısından Herkese Merhabalar...

Naber Dünyalı? Duyduğuma göre kar varmış oralarda. Bugün Solfej’e de yağdı biraz. Üşümedim. Çünkü fark ettim ki benim kalbim buz tutmuş zaten çoktan. Yağan kar tanelerinin saçlarımda erimesi beni daha fazla üşütmedi.
Neden bilmiyorum ama ben yine bir şeylerden çok yoruldum Dünyalı. Kimden, neyden ya da nelerden yoruldum bilmiyorum ama yine zamansız uykular istiyor bedenim. Bak bir yıl daha bitiyor. Ve ben  yılın son günleri yine cümlelerime sığınıyorum.
Yalnızlığın soyadıma kazındığı bir sene geçirdim. Göz yaşı göbek adım oldu. Yılın son zamanları Naz’ın doğumuyla yüreğim ferahlayabildi sadece. Ama şimdi onun o minicik ellerini, varlığını özlerken o ferahlık hissini bünyemde hissedemiyorum. Bazen öyle oluyor ki Cem Adrian bile dinleyesim gelmiyor Dünyalı.
Sevimsiz kalpler etrafımı sardı son günlerde Dünyalı. Etrafında çitler var, dikenli. Ellerimi kanatıyorlar dokundukça, adımı andıkça. Eziliyorum Dünyalı. Kahroluyorum. Her yer ateşle kaplandı artık Dünyalı.
Koca bir senem gitti ellerimden işte. Ne yaptın koca bir yıl boyunca diye soracak olursan şayet, o zaman kelimelerime nokta koymam gerekir. Çünkü daha önce ben bu soruyu sordum kendime. Verdiğim cevapların kargaşasında boğuldum yine.
 Orta şekerli bir Türk kahvesi gibiydi yılım. Hatta bir bölümü acıydı diyebilirim. Bi aşk vardı yüreğimde ve heybemdeki tüm şekerleri çalmıştı giderken. Sonra bir rüzgar esti ve bir gece yarısı geçici öğrenci evimin balkonunda veda ettim Doktor’a. Geç kalınmış bir vedaydı. Ama sıralıydı vedalarım. Önce bedenim veda etti gittiği gün. Sonra sevgim. Sonra öfkem. Zaten öfkemi uğurladıktan sonra ona ait cümlelerime de veda ettim ve bu yüzdendir ki bu zamana kadar kurduğum cümleleri bir kitapta buluşturmaktan vazgeçtim. Çünkü vedalar okunmaz, Dünyalı. Neyse.
Doktor’u o gece rüzgarıyla uğurladıktan sonra rakıyı sevdi bu gönlüm.  Keşke önceden tanışsaydık dedim her yudumda. Ve o zaman anladım rakı masasında şair olmuş insanların o derin acılarını. Çıkmaz labirentlere tünel açtırırdı o rakı masası. Ya göz yaşın kazırdı o tüneli ya da keskin sözlerin yeni dönemeçlere sokardı seni.  Benim dönemecim kendi gezegenimi yaratmak oldu Dünyalı. Ve sana Solfej’den yazdığım kaçıncı yazım inan bilmiyorum. Saymak anlamsız. Tıpkı acı dolu günleri sınırlı  mutluluklarla kıyaslamak kadar anlamsız üstelik.
Ve ben o sınırlı mutluluklarımda yazamadım. Sevmedim o dönemde kurduğum cümlelerimi. Hiçbiri derin değildi mutsuzluğumdaki gibi.  Beceremedim işte mutluluğu yazmayı. Alışamadım. Alışmaya başladığımdaysa mutluluk beni terk etmişti zaten . 
Ama sonra sevmek istedi gönlüm yeniden. Aşık olmaktan hep kaçtım. Çünkü aşık olmak kötüydü.  Kalbime iyi gelmiyordu. Sevgi iyilik güzellikti. Bazen o da acıtıyordu ama uykuya yenik düştükten sonra yeniden sabahlarıma güneş doğuyordu en azından. Zaten sonra sevgiyi bi kenara koydum. Çünkü sonsuz mutluluk geldi kucağıma. Naz’ım doğdu. Hala oldum. O küçük yüzü Solfej’in mavisine ışık diye tuttum.
Kendi içimdeki cevap kargaşasından bir bunları yazabildim işte Dünyalı. Geride bırakılmaya hazırlanılan bu yılda acılarımı geride bırakma kararı aldım artık. Göz yaşıma yeni yıl hediyesi olarak sus payı verdim.  Bu yıl kalbime mutluluk diledim. Senin gezegenine barış gelsin istedim. Çocuklar hangi gezegende yaşıyor olursa olsun hep çok mutlu olsun, dedim.

Ve yılın son yazısının sonuna geldim işte. Dünyalı, kalbindeki tüm dilekler, mavinin güzelliği kadar kabul olsun.  İyi yıllar…

8 Aralık 2014 Pazartesi

Selam Dünyalı! Hala Oldum Ben...


O inanmadığın sonsuz mutluluk gün gelir iki eline sığar bazen. .Gözlerini uykudan ayıramayan bembeyaz, dünyalar güzeli bir meleğin sana bakan o masum suratıdır bazen sözlükteki mutluluk kavramının karşılığı. Bilirsin ki nefes alıyor, bilirsin ki küçücük. Bilirsin ki aylar sonra ayaklanıp dillendikten sonra sana can katan bir mutluluk geldi artık dünyaya.
O küçücük melek, gün gelir sana tüm o kötü günleri unutturur. Daha konuşamazken, o eşsiz kokusunu ciğerlerine her doldurduğunda tüm dertlerine deva olacak cümleleri kendi bedeninde saklar bazen mutluluk .
O can melek, gün gelir tüm özlemlerini alır. Minicik elleri, buruşuk cildi, küçücük ayakları ve uykusunda şekilden şekle giren o tertemiz suratı, hafızandaki tüm yüzleri,sesleri,bakışları,dokunuşları,cümleleri,nefesleri,anıları… tek tek önüne sunar. Hepsi ve her şey benim der, adeta.
Ve Piso, belki de o sonsuz mutluluk bir meleğin doğmasıyla ve adının önüne “hala” sıfatını getirmesiyle seni buldu. Piso, hala oldu… Piso, sonsuz mutluluğu buldu.!
Evet Dünyalı, hala oldum!
Dünyanın en tatlı kızının halası oldum. Çok bekletti biraz beni (herkesi) ama onun o süt kokusunu ciğerlerime doldurabildim nihayet. Onun o güçsüz ellerini tutabildim, avuç içlerini öpebildim. 
Naz, Solfej’in güneşi oldu. Gezegenimi ısıttı. O geldi, siyahlar kalktı. Mavinin yanına biraz pembeler geldi. Gezegenimde ilk parfüm üretimi başladı. Benim can kuzumun kokusunu gezegenimin her bir köşesine sıktım. Altını değiştiğimiz bezlerine bile bir köşe yaptım. Onlar Alt Açma Eyaleti’nde muhafaza ediliyor. Ve Solfej’den ilk hediyesini verdim kuzuma:  Oyuncak bir kurbağa. Şu doğum günümde gelen hani…
Ailemden uzaktaki yatağımda uyurken ona sarılıyorum. İyi geceler öpücüğünü hiç unutmuyorum. Aramızda kalsın ama bazen ona “canım” bile dediğim oluyor. Şimdi o oyuncak kurbağa hem benim canım oldu hem de can kuzum oldu.
Bu arada Dünyalı, avuç içini öpmekten bahsetmişken şunu ufak bir not olarak düşeyim: Mutluluğu kafanda kurduğun planlarda arama. Çünkü elinde olmadan tüm planın birden mahvolabiliyor. Sonra avuç içinde gizlenen o öpücüğün yüzünde yarattığı gülümseme bir anda yok olabiliyor.
Sonrası can sağlığı….
Sonrası kuzumun özlemi..  Benim can kuzum biraz daha burnumda tütmeden ben uyuyayım artık..
İyi geceler Dünyalı!...