25 Şubat 2014 Salı

Ceketli Adam II



Kendime sorduğum sorumun derinliğinde yüzerken Ercüment’in, yolunuz ne tarafta öğrenebilir miyim genç bayan, sorusuyla karaya çıktım birden.  Ne kadar da derine gitmişim öyle farkında olmadan. Nefesim kesilecek duruma gelmişim neredeyse. Daha ilk dakikadan Ercüment’e bir nefes borçlanmıştım. Her ne kadar bundan Ercüment’in haberi olmasa da…
O gece Ercüment’in loş caddelerde bana eşlik etmesine izin verdim. Hayatıma olur olmaz onca yerde onlarca kişi girmişti. Ercüment’e neden bir şans vermeyecektim ki ? Gözleri hiç görememiş bir insandan ne gibi bir zarar gelebilirdi ki bana ? O aramızdaki en masum olanlardandı. Gözleri açılırsa masumluğu giderdi her insan gibi. Böyle bir dostu olmalıydı insanın. Üstelik onunla farklı bir boyutun tadına varabilirdim. Hiç görememek nasıl bir duyguydu ? Hayatı boyunca kaç defa görmeyi istedi gökyüzünü? Beni nasıl canlandırabiliyor hayal dünyasında?... Bunların hepsini soracaktım Ercüment’e.
Yolculuğun sonuna geldiğimizde Ercüment’e bir taksi çağırdım .  Taksi gelene kadar yine kendinden bahsetti biraz. Gözleri görmüyordu ama hisleri her şeyi görebiliyordu. Ona ilk dakikadan ısınmış olsam da tedirginliğimi hissedebiliyordu işte.  Sanırım bu yüzden yol boyu kendisini anlatmak istedi. Ya da gördüğü birşeyi anlatamayacak olduğundan …
Ve taksi geldi. Ercüment kafasına dikkat ederek taksiye bindi. Hoşça kal dileklerinde bulunarak ayrıldık birbirimizden. El salladım arkasından. Sonra kendi yaptığıma güldüm. Ercüment iyi ki göremedi bunu dedim sesli düşünerek.
Evimin kapısına çıkan merdivenleri altı yüz on dördüncü kez sayarken Ercüment’in yerinde olup olmamayı düşündüm.
Yirmi altı yıl boyunca karanlık bir dünyada olmak bana neler yaşatırdı kim bilir. Ercüment sağırdı da aynı zamanda. Anne ve babasının sesine sağır bir kör. Doğar doğmaz terk etmiş ailesi onu. Klasik cami avlusu hikayesi onunki de. Yetiştirme yurtlarında belli bir yaşa kadar kalmış sonra devletin elini ayağını üstünden çekmesiyle sokaklarla barışık yaşamaya çalışan koca bir adam. Birkaç sene öncesine kadar kalacağı sıcak bir yeri olamamış. Kimseyi sevememiş Ercüment. Sevemediğim bir insandan nasıl yardım isteyebilirdim ki, demişti bana. Haklıydı. Karşısındaki insanın gözlerinde yazılanları okuyamazdı Ercüment. Hisleri ne derse o doğruydu onun dünyasında. En son Kenan diye birisine ısınmış karanlık dünyasında. Hem ısınmış hem sığınmış. Birbirlerinin sığınakları olmuşlar.
Kenan bir kafede garson olarak çalışıyormuş. Yerin altında yuva yapan karıncadan bile zarar görmüş. Ercüment’i de çalıştığı kafenin yakınlarında gezinirken görmüş ve içinden gelen bir umutla onu hayatına sokmuş. Sonra buna kendi içinde “Dostluğun umudu” demiş. Kenan’ı anlatırken o hiç görememiş mavi gözleri parlıyordu Ercüment’in.  Bir de sevdiği kızı. Ercüment zaten körmüş, kızın da sadece Ercüment’i göremeyecek kadar bir körlük derecesi varmış. Herşeyi herkesi görüyormuş ama bir türlü Ercüment’i göremiyormuş. Bir ilişkide bir kör olması yeterliymiş… Gülerek anlatıyordu bunları . Beni de gecenin o loşluğunda güldürebiliyordu. Hem bir nefes hem de bir gülüş borçlanmıştım Ercüment’e o gece. Kim bilir daha neler borçlanacaktım ona…
Ercüment’i, Kenan’ı ve Ercüment’in sevdiği kızı düşünürken çoktan banyomu yapmış, yatağıma kıvrılmıştım bile. Sanırım artık uyumalıydım ve kabuslar görmeden uyanmalıydım. Tatlı rüyaların suyu çıkmamıştı ya…
Önce başucumda duran ışığı kapattım ardından da gözlerimi. Birkaç saniye sonra aklıma bir şey takıldı. Sahi, Ercüment sevdiği kızın adını neden söylememişti?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder