Kendime sorduğum sorumun derinliğinde yüzerken Ercüment’in,
yolunuz ne tarafta öğrenebilir miyim genç bayan, sorusuyla karaya çıktım
birden. Ne kadar da derine gitmişim öyle
farkında olmadan. Nefesim kesilecek duruma gelmişim neredeyse. Daha ilk
dakikadan Ercüment’e bir nefes borçlanmıştım. Her ne kadar bundan Ercüment’in
haberi olmasa da…
O gece Ercüment’in loş caddelerde bana eşlik etmesine izin
verdim. Hayatıma olur olmaz onca yerde onlarca kişi girmişti. Ercüment’e neden
bir şans vermeyecektim ki ? Gözleri hiç görememiş bir insandan ne gibi bir
zarar gelebilirdi ki bana ? O aramızdaki en masum olanlardandı. Gözleri
açılırsa masumluğu giderdi her insan gibi. Böyle bir dostu olmalıydı insanın.
Üstelik onunla farklı bir boyutun tadına varabilirdim. Hiç görememek nasıl bir
duyguydu ? Hayatı boyunca kaç defa görmeyi istedi gökyüzünü? Beni nasıl
canlandırabiliyor hayal dünyasında?... Bunların hepsini soracaktım Ercüment’e.
Yolculuğun sonuna geldiğimizde Ercüment’e bir taksi çağırdım
. Taksi gelene kadar yine kendinden
bahsetti biraz. Gözleri görmüyordu ama hisleri her şeyi görebiliyordu. Ona ilk
dakikadan ısınmış olsam da tedirginliğimi hissedebiliyordu işte. Sanırım bu yüzden yol boyu kendisini anlatmak
istedi. Ya da gördüğü birşeyi anlatamayacak olduğundan …
Ve taksi geldi. Ercüment kafasına dikkat ederek taksiye
bindi. Hoşça kal dileklerinde bulunarak ayrıldık birbirimizden. El salladım arkasından.
Sonra kendi yaptığıma güldüm. Ercüment iyi ki göremedi bunu dedim sesli
düşünerek.
Evimin kapısına çıkan merdivenleri altı yüz on dördüncü kez
sayarken Ercüment’in yerinde olup olmamayı düşündüm.
Yirmi altı yıl boyunca karanlık bir dünyada olmak bana neler
yaşatırdı kim bilir. Ercüment sağırdı da aynı zamanda. Anne ve babasının sesine
sağır bir kör. Doğar doğmaz terk etmiş ailesi onu. Klasik cami avlusu hikayesi
onunki de. Yetiştirme yurtlarında belli bir yaşa kadar kalmış sonra devletin
elini ayağını üstünden çekmesiyle sokaklarla barışık yaşamaya çalışan koca bir
adam. Birkaç sene öncesine kadar kalacağı sıcak bir yeri olamamış. Kimseyi
sevememiş Ercüment. Sevemediğim bir insandan nasıl yardım isteyebilirdim ki,
demişti bana. Haklıydı. Karşısındaki insanın gözlerinde yazılanları okuyamazdı
Ercüment. Hisleri ne derse o doğruydu onun dünyasında. En son Kenan diye
birisine ısınmış karanlık dünyasında. Hem ısınmış hem sığınmış. Birbirlerinin
sığınakları olmuşlar.
Kenan bir kafede garson olarak çalışıyormuş. Yerin altında
yuva yapan karıncadan bile zarar görmüş. Ercüment’i de çalıştığı kafenin
yakınlarında gezinirken görmüş ve içinden gelen bir umutla onu hayatına sokmuş.
Sonra buna kendi içinde “Dostluğun umudu” demiş. Kenan’ı anlatırken o hiç
görememiş mavi gözleri parlıyordu Ercüment’in.
Bir de sevdiği kızı. Ercüment zaten körmüş, kızın da sadece Ercüment’i
göremeyecek kadar bir körlük derecesi varmış. Herşeyi herkesi görüyormuş ama
bir türlü Ercüment’i göremiyormuş. Bir ilişkide bir kör olması yeterliymiş… Gülerek
anlatıyordu bunları . Beni de gecenin o loşluğunda güldürebiliyordu. Hem bir
nefes hem de bir gülüş borçlanmıştım Ercüment’e o gece. Kim bilir daha neler
borçlanacaktım ona…
Ercüment’i, Kenan’ı ve Ercüment’in sevdiği kızı düşünürken
çoktan banyomu yapmış, yatağıma kıvrılmıştım bile. Sanırım artık uyumalıydım ve
kabuslar görmeden uyanmalıydım. Tatlı rüyaların suyu çıkmamıştı ya…
Önce başucumda duran ışığı kapattım ardından da gözlerimi. Birkaç
saniye sonra aklıma bir şey takıldı. Sahi, Ercüment sevdiği kızın adını neden
söylememişti?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder