Kimin aklına gelirdi bilmem ama benim aklıma hiç
gelmezdi pırasa yemeğinin muhabbete iyi
geldiği. Çünkü bilim insanları daha önce böyle bir açıklamada
bulunmamıştı. Neyse ki yalnız değilim.
Bir adam var. Sevdiğim adamın dışında. Uzunca biraz. İçimden
ona “Pırasa adam” demek geldi ama pırasayı duyar duymaz rengi değiştiği için
vazgeçiyorum bu mahlastan. Bir gün Tardu
gibi ona da bir isim bulacağım ama !
Son zamanlarda derin muhabbetlerimin sebebi bu adam. Başlarda garipsedim. Bazı cümleleri bana ağır
geldi. Ama sonra kurduğu cümlelerin çoğunu anlamaya başladım. Yavaş yavaş
sindirdim. Özümsedim. Kendimle bağdaştırdım. Kendime bağladım cümlelerini. Kurduğu cümlelerde kendimi
gördüm. Ne yaptığımı bir başkasının gözünden gördüm. Bu adam bana, sevdiğim adamın hayatındaki bir
hiç oluşumun dışa yansımasını anlattı. Farkına varışlarım arttı. Derinliğimde
bazen dibe çöktüm bazen de yüzeye çıkmaya çalıştım. Ama en çok da şaşırdım bu adama.
Bir insan bir insanın duygularını nasıl bu kadar iyi
anlayabilir, cümlelerimi-yani beni- nasıl bu kadar iyi çözümleyebilir, içimde
yaşayıp dışa vurduklarımın haricinde içimde kalan çoğu şeyi nasıl bu kadar net
görebilir, gibi birçok soru sordum . Hem kendime hem ona. Zamanı gelince
anlatmaktan bahsetti bana. Bekledim. Çoğu şeyi beklediğim gibi. Zaten insanlar
beklemeye alışıktır. En çok da umudu beklemeye…
Sonra aldım sorularımın cevabını. Sevdiğim adama karşı
hissettiklerimin en uç noktalarda olduğunu ve beni bir boyuttan başka bir
boyuta getirdiğini, akıttığım göz yaşındaki tuzun acı tadını anlatmaya
çalıştığım halde bir türlü anlatamazken bu adamın beni nasıl bu kadar iyi
anlayabildiğinin cevabını aldım. Kurduğu cümleleri sindirdim ve yalnız
olmadığımı anladım. Adını koyamadığım, ne kadar anlatmaya çalışsam da
anlatamadığım bir duygunun varlığından o da haberdarmış.
Aynı depremlerde sarsılmışız. Duygularımızın büyüklüğü
çökertmiş bizi. Sevgimizin altında ezilmişiz. Işıktan uzak kalmışız. Ama ne olursa olsun bizi o duygunun içine
koyan kişiye kızamamışız. Göçükten çıkan tozu bile kondurmamışız ona. Çünkü biz
istemişiz her şeyi. Biz seçmişiz olmazı oldurmayı. O duygunun temelini biz
atmışız. Bir başımıza.
Ayrı yıkımların arasında kalmışız öylece. Karanlık en büyük
hediye olmuş o çaresizliğimize.
Cesaret işidir bir göçüğün altından bir başına çıkma
kararını almak. Bilemezsin üstündeki ağırlıkların ne kadar olduğunu. Bilemezsin
günün hangi saati olduğunu. Bilemezsin o göçüğün içinde ne zamandır yaşadığını.
Bilemezsin dışarıda ne olduğunu… Sonra
boğulduğunu hissedersin. Çareler ararsın o küçücük yeni dünyada. Hiç umut yok, dersin.
Basit geliyor şimdi anlattıklarım, kurduğum cümleler. Ama
bizim gibi duygudaş iki insan için öyle değil. İnanın bize. Biz en uçlarda
yaşıyoruz iyiyi de kötüyü de. Tatlısı baldan tatlı, acısı en acıdan beter,
diyor o adam. Doğru da.
Ama doğrular nereye kadar peşimizden gelip bizi o göçüğün
altında saklayacak ki. Ne zamana kadar ışığı özlemeye devam edeceğiz.
Özür dilerim, edeceğim.
Doğrular hala benim peşimden geliyor ve ben ışığı özlüyorum da o adam
ışığa kavuşmuş. Başka bir nefes almaya başlamış. Işığa başka bir gözle bakar
olmuş. Tabiri caizse yeniden doğmuş.
Onun ışığa kavuştuğunu öğrenene kadar gözyaşımla beslediğim
umudum yeşermemişti bir türlü. Ama o adamın kurduğu cümleden aldığım umut,bir
gün bir çıkışın olduğunu bildiren o umut,
ektiğim umudumun bir gün filizleneceğinin haberini verdi bana.
Ve ben artık daha iyiyim. Her gece gördüğüm kabusum dün gece
yerini rüyaya bıraktı. Yine sevdiğim adamdı rüyamın sahibi ama bu sefer atılmadım,
itilmedim bir yerden. Susmadı da
karşımda. Gülmedi de. Ama kabusum da olmadı.
Olamadı.
Teşekkürler pırasa sevmeyen adam. Sen pırasayı seviyor
olsaydın ben hala yalnızdım karanlığımda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder