7 Aralık 2013 Cumartesi

Boğaz Kuruluğu

Yaşadığım koca günü geride bırakan yeni bir güne girmiştim yanımdaki sevdiğim adamla. Yeni günün gecesi daha yeni başlıyordu. Yine tatlı sohbetlerle devam ettik nefes alıp vermeye. Yan yanayken ya susarız ya da sohbet ederiz çünkü biz sevdiğim adamla hep. O gece de sohbet zamanıydı.Birbirimizin derin yaralarını,sırlarını öğrenme zamanıydı. Aslında gece yarısı sohbetlerimizde sevdiğim adam konuşurdu genellikle. Ben onu dinlerdim. Onu dinlemeyi severdim. Çünkü onun sesi benim ninnimdi duymak istediğim, dilime dolamak istediğim bir şarkıydı kelimeleri. Bunu bildiğinden mi bilmem ama o gece yarısı sohbetlerini severdi. Bazen gülerek “çenem düştü” derdi. Ben bunu anlamazdım bile. Kurduğu cümlenin sayısı on binleri geçse şikayet etmezdim. Tutar o çenesinden öperdim onu biraz daha konuşsun diye. Onu ne zaman öpsem ısınırdı yüzü gülüşüyle. Gözlerindeki yeşilin tonu değişirdi. Severdi beni. Çayı kadar sever miydi bilmiyorum ama severdi. Bir gecenin sonunda kurulan yüzlerce kelimenin getirdiği boğaz kuruluğuyla arzulardı az demli çayını. Sevdiğim adamın hayatında aşka yer yoktu, benim de çaya. O aşka ben de çaya gerek duymadan yaşamıştık birbirimizi bulana kadar. Aslında hala eşitsiz bir dağılım söz konusu ya, boşverin şimdi siz onu. Çayın edebiyatına gelin siz. Bir çay binlerce kalem için nasıl bu kadar değerli olabiliyor ki, derdim kendi kendime. Ama anladım ki o çay sıradan çay değilmiş işte. Anısı olan çaymış insana kalem tutturan, uykusunu kaçıran. Sevdiğim adamın gecenin bir yarısı çay yaparken kendimi yanında bulduğumda anladım bunu. Geceyi sabahın doğuşuna yarılamışken ben, elimde krem-kahverengi, orta büyüklükte ve içinde açık, az şekerli bir çayı bulunduran kupayla yanıbaşındaydım sevdiğim adamın. Gözlerinin yeşilini gözlerimin kahvesine yakıştırdığım gibi, sevdiğim adam tarafından gelen gece yarısı çayını da yakıştırdım kendime. Sonrası bardağın dibinde kalmış şeker tadında bir sohbet..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder