9 Ocak 2024 Salı

AYAZ

 


Amansızca bir soğuğa uyandım bu sabah Dünyalı. Öyle ki sağ bacağımdaki menüsküsümü bile azdırırcasına bir soğuk. Gönlüm olsun diye bulutların arasından biraz kar serpiştirdi Tardu, sonra aldı götürdü hepsini.

İsterim ki bu yağan kar insanların içindeki saf kötülükleri dondurup öldürsün. Gömülmesine izin vermesin. Öylesine amansızca çürüsün.  Kurtlar parçalasın bedenini. Leş kargaları üşüşsün tepesine. Öylesine yok olsun ki geriye hiçbir parçası kalmasın. Bu dünyada hiç var olmamışçasına yok olsun.

Merak etme Dünyalı, kimseye sinirlenip kinlenmedim. Sadece bu gezegenin gerçeklerinden ve içinde yaşayan insan denilen mahlukatlardan çok yoruldum.

Sen de yorgun musun Dünyalı?

Hala sevebiliyor musun insanoğlunu?

Eğer bunu bugün bile başarabiliyorsan nasıl yaptığını, onca rezilliğe, kahpeliğe, acımasızlığa, acıya, nasıl  dayanıp katlandığını lütfen bana da anlat Dünyalı…


24 Aralık 2023 Pazar

BAZEN

 

Gözümü hiç açmak istemediğim bir Perşembe sabahında camdan bakarken buldum kendimi. Aslında henüz hiç uyumamış, uykuya yenik düşememiştim.  İçimde garip bir huzursuzluk vardı. Beni geceden beri kemiren, garip bir huzursuzluk.

Ne zamandan beri camdan dışarıyı izliyordum farkında değildim. Birden  yorulduğumu fark ettiğimde arkamda duran ikili kanepeye uzanıp ayaklarımın zonklaması bana aslında bir cevap veriyordu ancak emin olamıyordum.

Biliyor musun Dünyalı, böyle zamanlarda bazen okuduğum masalların içinde kaybolana kadar koşmak istiyorum. Simbat’ı kapan kartalın pençesine takılıp uçsuz bucaksız  gökyüzünde savrulmak istiyorum. Tarzan’ın ağaç sarkıtlarında oradan oraya uçmak istiyorum. Ama sonra kitabın son sayfasına gelip o dünyadan kendimi çıkarmak zorunda kalınca çok üzülüyorum. Çünkü kitabın ardında duran hayat çok karmaşık ve bir o kadar da acımasız. Yaşadığın hayatta anlaşılamamak, anlamlandırılamamak insanı bazen bir uçurum kenarına sürüklüyor gibi Dünyalı. Bir adım atsan tüm bunlardan kurtulacaksın ama içinde yaşattığın minik bir umut bile o adımı atmaman için seni arkandan sarıyor. Hani olur ya, dur bakalım, gün bir kez daha geceden gündüze dönsün, hayır hayır beklemelisin şimdi olmaz, şimdi pes edemezsin, gibi dolu dizgin cümlelerle önüne bir set çekiyor adeta içindeki o umutlar.

Ama anlaşılmamak çok zor dünyalı. İnsan kayıplarını kabullenebiliyor, hayatından ders çıkartabiliyor, içindeki özlemi dindirebiliyor, aç karnını doyurabiliyor, susamış boğazını ıslatabiliyor, diline kelepçe vurabiliyor, sevilmemeyi bile kabul edebiliyor ama anlaşılmama duygusunu kabullenemiyor.

Çünkü anlaşılmadığında ne oluyor biliyor musun Dünyalı? Boşlukta kalıyorsun. Tek başına. Uzay mekiğine bağlı ipin kopmuş, istasyona geri dönemiyorsun ve koca karanlık evrende bir başına maskenin içindeki oksijenin bitene kadar yaşadığın o kaosu yaşıyorsun. Ama en nihayetinde ölüyorsun. İşte anlaşılmadığında tam olarak bu oluyor içinde Dünyalı.  Etrafındaki onca yıldızın içinde tek başına ölüyorsun. Hiçbirine dokunamadan…

13 Haziran 2023 Salı

Son Pazartesi

 

Bir sonraki görüşte emzirme iznim  hiç olmuştu. Hemşireler arasında bilgi paylaşımı yanlış yapılmış ve bebeğimi beslemişlerdi. Onu kucağıma alıp sıcaklığını hissedeceğim için o sabah o kadar heyecanlıydım ki Dünyalı.. Ama kursağımda kalmıştı. Soğuk küvöze dokunduğumda yine yanaklarım ıslanmaya başlamıştı. Bir türlü onu orada bırakmaya alışamamış kabullenememiştim. Sonra yanıma hemşire yaklaştı ve küvözün üstünden bir şey çıkarıp elime tutuşturdu. Bir peçeteye sarılı serçe parmağım kadar bir şey. Göbek bağıymış. Düşen göbek bağı. O ana bile şahit olamamıştım Dünyalı. Bebeğimin büyüdüğüne, doğumdan sonra benden ayrılışının ilk anına şahit olamamıştım. O gün bir an önce benim için bitsin istedim Dünyalı. Ama elbette Dudu Peri gibi sihirli güçlerim yoktu ve zamanı ileriye akıtamamıştım.

Zaman çok yavaş ilerliyordu. O on iki gün benim için on iki ay gibiydi sanki. Bir yandan bebeğim yanıma geleceği için şükrediyordum ama bir yandan da ya yine bir şey olur ve gün uzarsa, ona yine dokunamazsam diye korkuyordum. Elbette ki onu küvöze bıraktığım ilk gün kadar hassas değildim ancak buruk yanım tam olmuyordu.  Bir sabah kahvaltı yaparken annem “ En azından yanına geleceğini biliyorsun kızım. Ya hiç kavuşamasaydın?” dedi. O an annemin içindeki evlat acısına farklı bir cümleyle şahit olmuştum. Zaten kaldıramadığım şeylerden birisi de buydu. Ben yıllar önce annemin, ailemin evlat acısına şahit olmuş, aradan geçen on beş (o dönemde on üç) yıl boyunca içimi hiç soğutamamışken bir de kendi evlat acıma şahit olmayı kaldıramazdım.

Ama mutlu sona kavuşmuştuk Dünyalı. Bir pazartesi sabahı arayıp hastaneye çağırmışlardı çıkış yapmamız için. İçim kıpır kıpırdı ama diyorum ya içimdeki burukluk korku hiç geçmedi diye. Yol boyu gelebilecek olumsuz bir telefonla geri döneceğiz diye ödüm patlıyordu. Neyse ki öyle olmadı. Son kontrolleri de yapıldı ve minicik gri zıbını, çorabı, şapkası ve battaniyesiyle yoğun bakım ünitesinin kapısından aldım bebeğimi.



Yalnız bir sorun vardı. Burnuma hafif bir koku geliyordu. Minnoşum çoktan doldurmuştu altını. Daha önce ona süt sağmak için girdiğim odaya bu sefer altını değiştirmek için girmiştim. Bu an bile içimi rahatlatmış ve beni mutlu etmişti. Poposunu açtığımda kıpkırmızı pişik olmuş halini görünce beynimden vurulmuşa döndüm. Çünkü daha iki gün evvel son görüşümde ısrarla pişik kremi vermek istemiştim ancak kabul etmemişlerdi. Çok kızmış ve öfkelenmiştim . Ama bir yandan da on iki gün boyunca beslemiş,uyutmuş,iyileştirmiş bir ekip vardı. Pişik için onların emeğine haksızlık edemezdim. Önemli olan bebeğimin o an benimle oluşuydu. Ertesi gün bayramdı ve bebeğim benim bayram şekerimdi.



Böylece hamileliğimi öğrendiğim ilk andan bebeğimi ikinci kez kucağıma alışım arasındaki tüm zamanlarda başıma gelen şeylerin son pazartesindeydim. 

Pazartesinin hikayesi burada bitti Dünyalı.



28 Şubat 2023 Salı

"Onun orada bir sürü annesi var."

 Aklım ve kalbimdeki tüm vicdan döngülerine rağmen uykuya yenik düşmüştüm çünkü çok yorgundum. Ama sadece birkaç saat sonra uyandım çünkü oğlumun yanına gitmem gerekiyordu. Doktordan bilgi alacaktık. Uyandık, sütümün gelmesi için birkaç lokma bir şey yedik ve yola çıktık. Yanıma eşim ve abim de vardı. Bu sefer arka koltuk bana zimmetlenmişti. Ayaklarımı uzatıp öyle yolculuk ettim. O sırada telefon çalıyor ama konuşamıyordum. Ağlamama engel olamıyordum. 

Hastaneye gittiğimizde asansör bozuktu ve bizim dördüncü kata çıkmamız gerekti. Yasak da olsa o merdivenleri çıkmak zorunda olduğumu biliyordum. Doktorun odasının önüne geldiğimde artık dikiş yerlerim çok acıyordu ama tek bir tabure bile yoktu. Herkes ayaktaydı veya duvar diplerine çökmüştü. Öyle garipti ki dünyalı benden başka kimse ağlamıyordu. Elbette üzgünlerdi ama alışmışlardı. Nasıl alışılabilir diye düşündüm o an ama sonra ilerleyen günler de ben de alıştım. Bazı anneler de benim gibi yeni doğum yapmış, bir lokma sütünü yeni sağmış o yoğun bakım kapısının açılmasını bekliyor bazılarıyla koca bir poşetin içini sütle doldurmuş öylece bekliyordu. Bu arada biz hala ayaktaydık. Sanırım acım yüzüme yansıdı ki abim doktorun yanındaki hemşireden kendi odalarındaki tabureyi rica etti. Mehtap hemşire… Sağ olsun o an olduğu gibi sonrasında da bana çok destek oldu. 

Bir süre sonra doktorun odasına girdik ve dünya başıma daha kaç kez yıkılabilirdi? Doktor genel süreci anlattı ve antibiyotik tedavisi için 10 gün yoğun bakımda yani kuvözde kalacağını belirtti. Ve biliyor musun Dünyalı Ben o koca on günde bebeğimi sadece bir kez emzirebilecektim bir kez kucağıma alabilecektim. O kuvözün camından içeri elimi bile sokamayacaktım çünkü pandemi vardı. Ama o ne yapacak on gün orada diye bir cümle çıktı ağzımdan istemsizce... Doktor da merak etme onun orada bir sürü annesi var, dedi. Çok talihsiz bir cümleydi Dünyalı. Onca annesi yanındaydı ama gerçek annesi yoktu. Ben yoktum. O an nasıl ağlamaya başladım bilmiyorum ama çok ağladığım için doktor ek bir gün daha emzirme görüşü yazdı. O da sonra yalan oldu ya neyse… 

Haftada iki ya da üç gün görüş günüydü. Tüm bebekler için geçerli bir kuraldı. O gittiğimiz günde de gördüm. Hemşire elimle bile dokundurtmadı. Biraz sakinleşmem için etraftaki diğer bebekleri gösterdi. Kimi yüz küsür gündür oradaydı. Doğduğunda avucum kadardı dedi. Kimi bir sürü ama bir sürü kablolara bağlıydı. Kimi yediğini kusuyordu. O an evet biliyorsun bebeğin iyi. Ama beni delik deşik eden şey o an bebeğimi oradan alıp gidememekti. Aklımda bir sürü soru vardı. Ya beni unutursa, ya beni emmeyi reddederse, ya o bağı benimle kuramazsa...Çok zor Dünyalı. Evladını bir köşede bırakmak çok zor. Sonra oradan çıkıp en alt katta süt sağıp bıraktık ve geri döndük. 

Yol boyunca kendime sakin kalmam gerektiğini, onun benim ona vereceğim her bir damla sütün şifa olduğunu hatırlattım ki sütüm – henüz tam oturmamış sütüm- kesilmesin diye. Bu konuda iyi iş çıkardığımı sonraki günlerde anlayacaktım. 

Bir sonraki görüş gününde gittiğimde yine ağlıyordum yine orada sakince bekleyen annelere hayret ediyordum. O sonraki görüşümde bebeğimi günler sonra kucağıma alıp emzirdim. Yeşil bir battaniyeye sarılmıştı çıplak bedeni. Ayağından damar yolu açıktı. Hiçbir yerini bulamamışlar da ayağından mı açmışlardı yani damar yolunu Dünyalı? Ama sonraki görüşümde o damar yolunu elinde bulacaktım. Onu eve çıkardığımda topuğunda 40tan fazla kan aldıklarına dair delik izi görecektim. O damar yolunun izini yirmi aylıkken bile ayağında görecektim. Ellerinden aldıkları kanların izlerini aylarca görmek istemeyecektim. O izleri her görüşümde içim ürperecek ve kafamda olmamış kötü senaryoları yazmaya başlayacaktım. En ufak bir öksürükte başıma ateşler düşecek ve panik olacaktım. Hastalanıp ya da  normal rutin kontrollere bile götürdüğümde şimdi bir şey çıkacak ve onu benden alıp yine ayrı odaya koyacaklar korkusunu yaşayacaktım. Ve bu süreçte çevremdekiler benim çok pimpirikli, panik, doktor delisi, ilaç hastası olduğumu düşündü. Kimse içimdeki o kaybetme korkusunu görmedi, anlamadı Dünyalı. Kimse benim içimde ne büyük bir mücadele verdiğimi görmedi. Tıpkı karnımda dokuz ay boyunca onu kaybetme korkusunu sonuna kadar yaşadığımı görmedikleri gibi. 


20 Ocak 2023 Cuma

Merdiven Yasak

 Kalabalık bir günü geride bırakmıştık. Narkozun etkisi artık tamamen geçmiş, misafirler dağılmış, odada ben, yavrum ve annem kalmıştık. İki gece hastanede kalmamız gerekiyordu. Bu standart bir uygulamaydı. İlk gecemiz çok rahattı. Ertesi gecemiz de öyle. Çarşamba günü artık evimize gidecektik. Ancak bazı sebeplerden dolayı ilk süreçlerimizi annemin evinde geçirecektik. Zaten doktorum bir hafta merdiven inip çıkmamam gerektiğini belirtmişti. Nasıl hareket edeceğimi nelere dikkat edeceğimi tek tek söylemişti. Bir hafta sonra kendi kontrolüm olacaktı. Kendime iyi bakacağımdan emindi zaten. O yüzden kendi evim yerine anneme gitmek biraz beni rahatlatacaktı. 

Artık sonunda evdeydik Dünyalı. Önce Çınar’ı yıkadık. Bizim bir aile geleneğimiz var biliyor musun Dünyalı. Bebeklerin ilk üç banyo suyuna cildi güzel olsun diye yumurta kırılır. İlk yumurtamızı da kırmış olduk. Biraz emdi biraz mama yedi ve sonra uykuya daldı. İlk zamanlar olduğu için sık sık emzirmek gerekiyordu. Bu yüzden alarmımı kurdum, o sürede ben de biraz uyuyacaktım. Öyle de yaptım. Alarm sesine uyandım ama Çınar’ı bir türlü uyandıramadım. Annemi çağırdım, o denedi. Gözünü yarım yamalak bir açıyor sonra kapatıyordu. O sırada kuzenim geldi. O da denedi. Yine uyanmadı. Bir maşrapanın içine su koyup ayaklarını suya koyduk çocuk yine uyanmadı. Artık biraz paniklemeye başlamıştım. Bir şeylerin ters gittiği çok belliydi. 

Henüz bir çocuk doktorumuz yoktu. Fikir alabilmek adına kuzenimin danıştığı doktora durumu aktardık. Bize verdiği yanıt “Hemen Çapa Acil’e gidin”. Hazırlanana kadar biraz da olsa midesine bir şeyler gitsin diye mama hazırladık. Ben çenesini açtım annem kaşıkla ağzına mama akıttı. Sonra taksi geldi. 

Dikişlerimden dolayı öne oturmak zorundaydım. Bebeğim kuzenimin kucağında uyuyordu. Ama uyanmalıydı. Uyanmadı. Yol boyu gidene kadar uyanmadı. Araç hastaneye yanaştığında annemlere beni beklememelerini, hemen hastaneye girmelerini söyledim. Çünkü rahat hareket edemiyordum. Beni beklemeleri demek zaman kaybıydı. Öyle bir korku vardı ki içimde Dünyalı, korkuma hazır değildim. 

Hastaneye vardığımızda saat akşam 5 olmak üzereydi. Dediğimi yaptılar ve annemler benden önce hastaneye girdiler. Hastane girişinde 7 basamaklı bir merdiven vardı. Demirlerden tutunarak inmeye çalıştım. Sonra önüme açılan koridorda annemleri aradım. Çoktan muayene odasına alınmışlardı ve Çınar’ın gözleri açılmıştı. O an derin bir nefes aldım. En azından bir şey olacaksa da artık hastanedeydik ve Çınar gözlerini açabilmişti.  

Doktor benim gebelik sürecimi ve hastane çıkıştaki genel bilgileri sordu. Doktorun yaptığı ilk yorum benim gebelik şekerimin bebeğe geçtiği ve Çınar’ın da bir anlık şekerinin düşmüş olmasıydı. Evden çıkmadan önce ağzına akıttığımız mamada muhtemelen şekerini yükseltmişti ve kendine gelmişti. Ama doktorlar tedbiri elden bırakmadılar ve bir sürü test yaptılar. Bunların sonucunu beklemek gece yarısını bulmuştu. Çıkan sonuçların birinde enfeksiyonun yüksek çıktığı ve tedavi sürecinin başlayacağını bunun için hastaneye yatışın yapılacağı söylendi. Saat gece yarısını geçmişti çoktan. O kadar saftım ki, Çınarla bir odada kalacağımı düşünüyordum. Hatta abimler annemi eve götürecek, bana ve Çınar’a çanta yapıp geri gelecek diye planlar yapmıştım. Ama Çapa’nın bebek bölümünde yer olmadığı için bizi Gaziosmanpaşa’da başka bir hastaneye sevk ettiler. Tamam, sorun yoktu. Sonuçta yan yana olacaktık. Bir süre acilde sevk için ambulans bekledik ama ben yine dikişlerimden dolayı ambulansa binemedim. Çınar babasının kucağında gitti ben kuzenimle. Hastane merdivenlerini bir kez daha inip çıkarken kulağımda doktorun sözleri vardı. "Merdiven yasak." İronikti. Daha ilk günden yasağı delmiştim. Bu çok acıydı Dünyalı. Gerçekten bu yasağı delmek zorunda kalmak kalbimi çok kırmıştı. Hastaneye vardığımızda Çınar’ı çoktan kuvöze koymuşlardı. Bebek yoğun bakımındaydı. Oraya koymak için beni beklememişlerdi bile. Peki bu nereden çıkmıştı? Kuvöz ne, yoğun bakım ne demekti Dünyalı? Hani yanında olacaktım?? O an nasıl yıkıldığımı, zaten çoktan düşmüş gardımın bir kez daha nasıl yerle bir olduğunu sana ifade edemem.  

Sonra bizi görüş için yukarı çağırdılar. Önlük giydirdiler, başıma bone taktılar. Kapıdan içeri girdiğimde bir sürü bebek bir sürü acı gördüm. Bazıları avucum kadar, bazısı bir sürü cihaza bağlı, bazısı kuvözün en dibine sığınmış… Benim yavrumun da gözleri kapalı elleri kolları hareket ediyordu. 

Öyle bir an ki Dünyalı. Evladın orada diğer çocuklardan daha iyi durumda diye şükrediyorsun ama onu orada bıraktığın için için paramparça. İster istemez ağlıyor insan. Hemşire bana neden ağladığımı, durumunun gayet iyi olduğunu, içimin ferah olmasını istedi. İyi ama o yanımda değildi. Ben ona dokunamıyordum bile. Ne zaman çıkar dediğimdeyse bunun cevabını sabah gelecek doktorun vereceğini söyledi sonra görüş bitti diyerek beni oradan çıkardı. 

Yatış işlemlerinden sonra da evlere döndük. Saat sabahın beşiydi. Ben de eşim de çok yorgunduk. Uyumadan önce ona bir soru sordum. Bu bizim sınavımız dimi?, dedim. Evet diyerek bana sarıldı. 

Bizim için çok uzun bir gün olmuştu. Oğlumu dokuz ay karnımda taşıyıp kucağıma aldıktan iki gün sonra onu küçücük bir kuvözün içinde hiç tanımadığı bilmediği seslerin içinde yalnız bırakmıştım. İçimdeki vicdan döngüsünü tahmin edebiliyor musun Dünyalı? 

 


Hoşgeldin

 Birkaç sonraki pazarteside bebeğimi kucağımı alacağımdan habersiz koca karnımla cehennem sıcağı yazı yaşamaya devam ediyordum. Sıcak beni çok zorluyordu. Ellerim ayaklarım Shrek karakterinden beterdi. Eşimin terliklerini giyiyordum artık. Hamileliğin dokuzuncu ayı o kadar gereksizdi ki Dünyalı. Sekiz ayda her şey çözümlenebilirdi bence. Neyse. Olan olmuş düzen böyle oluşturulmuş. 

Doğumdan önceki Cuma günü günlük rutin kontrolüme gittiğimde içimdeki minik kuşun çok fazla bekleyemeyeceğini ve pazartesi günü tekrar kontrole gittiğimde artık doğum için gün vereceğini belirtmişti doktorum. Tam da o pazartesi gecesi yine uyuyamamış, tansiyonum ilaçlarla baskılanmış, sabah kahvaltısı yapılıp kontrole doğru yürünmeye başlanmıştı. Eşim gece çalışmış ve ben evden çıkarken yeni gelmişti. O da uyumak için benden haber bekliyordu. Kontrolde her şey yolundaydı. Doktorla doğum için Perşembe günü için sözleşmiştik. Ben de sevinmiştim küçük dayısıyla aynı gün doğacak diye. Ama sonra doktorun içine bir kurt düştü ve biz bir NST daha çekelim ne olur ne olmaz dedi. NST de sıra beklerken de eşimi arayıp sen uyu bugün doğum yok dedim. Sonra annemlere vs haber verdim. Sanırım duruma en çok sevinen abim oldu.  

Bir yarım saat sonra tekrar NST sonucumu doktora gösterdiğimde oğlumun nabzının yavaşladığını ve doğumun o gün öğlen ikide olacağını söyledi. Yatış için hemen işlemleri başlattı.

Ama ben buna hazır değildim. Kısacık bir sürede olsa kendimi çoktan perşembeye hazırlamıştım. 

İlk iş annemlere haber vermek oldu. Onlarda da bir panik havası… Sonra eşimi aradım. Ama ulaşamıyordum. Çoktan uyumuştu ve tüm gecenin yorgunluğuyla telefonu duymuyordu. Kaç kere aradım hatırlamıyorum. Hastaneden çıkıp hem onu kaldırayım hem valizimi alayım diyorum doktor izin vermiyor. Olamaz doğuma kadar NST de bağlı kalacaksın diyor. Son çare karşı komşumu aradım. Artık kapıyı mı kırıyorsun ne yapıyorsan yap ablacım nolursun dedim. Neyse ki kapı kırılmadan kocamı uyandırmayı başardı Velda abla. Velda abla kocamı uyandırmaya çalışırken ben çoktan hasta önlüğümü giymiş, cihazlara bağlanmıştım. Hemşirelere ameliyat için gerekli bilgileri veriyordum. 

Saat 1e doğru annemler geldi. Ardından hemşireler ve hemen doğuma alıyoruz dediler. Saat daha iki olmamıştı. Bir bile olmamıştı. Odadan herkesi çıkarıp beni ameliyat için hazırladılar. Ve o kocaman asansöre bindirdiler. 

Ameliyathane o kadar soğuktu ki o yaz sıcağından kurtulduğum için o kadar sevinmiştim ki Dünyalı, anlatamam. Uzun zaman sonra serinleyebilmiştim. Ama tansiyonum tavan yapmış, 17’lere çoktaan çıkmıştı ama artık uyku zamanıydı. Gözümü açtığımda her şey bambaşka olacaktı. 

Gerçekten de öyle oldu Dünyalı. Anesteziden yeni yeni gözümü açtığımda hemşirelere ben uyandım diye seslendim. Yanıma geldiler ve odaya gittiğimizi belirttiler. İlk sorum iyi mi ya da nasıl olmadı. Küvöze girdi mi? Evet Çok şükür ki korktuğum başıma gelmemişti. Oğlum odada beni bekliyordu. Ama ben henüz tam ayılamamıştım onu kucağıma verdiler. Çok bulanıktı. Bebek kokusu da yoktu. En ilginci de buydu biliyor musun Dünyalı. Hiçbir zaman o bebek kokusunu alamadım. Ne o ilk an ne de sonraki aylarda. Her neyse… Bir yandan da ameliyattan dolayı canım yanıyor, doğumun etkisiyle ısı kaybı yaşıyorum ve zangır zangır titriyordum. Ara ara uykuya dalıp sonra uyanıyordum. Ama oğlum benimle olduğu için çok mutluydum Dünyalı. Sonra babası kucağına aldı, bakıştılar. Her şey istediğim gibiydi. 

Çok şükür yumuk bir bebeğe kavuşmuştum. Hayatımın en güzel pazartesisini yaşıyordum. Bana en güzel hediyeyi veren bir pazartesinin içindeydim. 

Senin en güzel pazartesin hangisiydi Dünyalı? 


11 Ocak 2023 Çarşamba

Sancılı Bir Pazartesi

 

Selam canım Dünyalıımmmm,

Sözde geri dönmüştüm değil mi ama yoktum yine kaç zamandır. Sanırım günlerim biraz tempolu geçiyor. Sen beni affedersin bilirim..

Yeni okulumda çok mutluyum Dünyalı. Tıkır tıkır yürüyor her şey. Elbette bazen aksaklıklar oluyor ama insan üstünde yük hissetmiyor. Hooop diye akışına gidiveriyor olaylar. Ama merak etme burada pazartesileri durgun geçiyor. Aslında dikkat ettim de son zamanlarda hayatımda pazartesiye dair pek de bir aksiyon olmadı. Yoksa hayat evrenim kendisine yeni bir gün mü seçiyor? En iyisi bekleyip görelim.

Ama yeni maceralarımı beklerken neden geçmiş pazartesilerimi unutayım ki? Öyle değil mi Dünyalı? Hatırlarsan en son bir pazartesi günü erkek bebek dünyaya getireceğimi öğrenmiştim. Ah sonraki o pazartesiler…

Karnım artık iyice belirginleşmiş, 33. Haftaya gelinmiş, gebeliğe bağlı şekerim boy göstermiş, havalar ısınmaya başlamışken bir sabah Silivri’de kahvaltı yapıyordum. İlk birkaç lokmamda her şey normaldi. Taa ki karnımda derin bir batma hissedene kadar. Önce biraz duraladım, bekledim ve geçti. Birkaç dakika sonra tekrar başladı. Kimseye bir şey demeden sofradan kalkıp üst kata uzanmaya çıktım. Bekledim, kendimi rahatlatmaya çalıştım. Ama artık karnımın içini birileri bıçakla yarıyor gibiydi Dünyalı. Bir yandan kendimi telkin etmeye çalışırken bir yandan da olası bir erken doğumun korkusunu yaşamaya başladım. Doktorum hemen kontrol için hastaneye gitmemi söyledi. Ama bazen her istediğimiz hemen olamıyor işte Dünyalı. Çünkü hastane evime çok uzak ve ulaşım için alternatif çözümlerim çok sınırlıydı.  Sonuç olarak zor bela bulduğumuz bir taksiyle hastaneye doğru yola koyulduk. Sancılarım ne azalıyor ne çoğalıyordu. Ama nefes alırken artık zorlandığımı fark edebiliyordum. Kendimi sakinleştirmeye çalışırken bir yandan da olabilecek her türlü durum için panikleyişime engel olamıyordum. Kafamda zibilyon tane düşünceyle hastaneden giriş yapmayı başarmıştım nihayet.

Doktor beni gördüğünde yerinden zıplarcasına kalktı ve beni hemen sedyeye uzandırdı. Evet, sancım başlamıştı ama her şey için çok ama çok erkendi. Doktor hemen yatış verdi ve yapılabilecek her şeyi yaparak sancılarımı durdurdu. Neyse ki devamı gelmedi. Ama artık yeni bir sorunumuz vardı. Tansiyon.

Tüm gebelik sürecimde başıma bela olacak şeyin adı maalesef buydu. Ama benim için önemli olan o sancılı pazartesi de bebeğimin içeride kalmış olmasına şükredişimdi. Biliyor musun Dünyalı, o sancılı günün sabahında bebeğimin odası için yaptırdığım isimlik kargoyla bize ulaşmıştı. Günün sonunda bu tesadüf beni biraz güldürmüştü.

Sonraki pazartesimde görüşmek üzere Dünyalı.